5 Temmuz 2009 Pazar

MARDİN MAZIDAĞ BİLGE KÖYÜ İZLENİMLERİ

(Not:Emekçi Kadınlar Birliği Haziran-temmuz 2009 sayı:18'de yayınlanmıştır.AH)

Mardin’in Mazıdağı ilçesine bağlı Bilge / Kerte köyündeki (Sultanşehmuz – Zangırt Köyü Kırkçeşme Mezrası) Mardin’e 40 km, Mazıdağ’a 27 km uzaklıkta asfalt yolla bağlı, 32 haneli – 2000 yılı nüfus sayımı: 195 kişi olan küçücük bir yerleşim.
Tarım ve hayvancılığın yanında küçük bir alabalık tesisinde piknik hizmetinden, ayrıca köyün içinden geçen petrol boru hattına konan bir vanadan tankerlerle taşınan akaryakıttan, tamamı koruculuktan maaş alarak geçimin sağlandığı, maddi bir sıkıntının olmadığı tahmin edilmekteydi.
Köyde, ilköğretim okulu bir ara kapanıp daha sonra açılmış Köyün içmesuyu, elektrik ve sabit telefon ile Ptt şubesi ve ptt acentesi de var.. Ancak kanalizasyon, Sağlık ocağı ve sağlık evi bulunmuyor. Köyün asıl tapu sahiplerinin yıllar önce yine bir ölümcül çatışma ile buraları terkettiği, katliam tarafları olan ailenin korucu olarak yerleştirildiği, sahipler gelmeye korktuğu için kadastronun yapılamadığı da acıklı bir kenar notu olsun.
4 mayıs günü akşam 21.30 da bu köyde yapılan bir nişan töreni basılarak 44 kişi 10 kişilik korucu gurubu olan akrabaları tarafından uzun namlulu- otomatik silahlar ve bombayla katledilmişti.
Kadınların ve çocukların, doğumuna az kalmış 3 hamile kadının da öldürülmüş olması kan davası katliamlarındaki belirlenmiş ritüellere benzemediğinden olsa gerek ayrı telakki edilmesinin çok önemsendiği, sanki kandavası infazını benimseyen halkın saygınlığının da korunmaya çalışıldığı, ve bu katliamla karıştırılmamasına, töre de ise barışçıl amaçların olduğu , kadının kutsandığı bir söyleme itinayı da hemen herkesin paylaştığı yine sıkça ifade edilmekteydi. Yani acılı halkın kendi arasında huzuru sağlamaya çabaladığı ilkeli safiyane olguların muhafazası ve kendilerinin acılarını unutturacak zedeleyişten kaçınılması iletişim kurmanın olmazsa olmazı idi. Herşeyden öndeydi.
Olayda birçok soru işareti varmışçasına çözüm önerileri sonuçtan giderek sebep icat etmeye matuftu. Ve toplumsal cinsiyetin kadınları yüceltircesine ayrıştırdığı, ötelediği ve toplumsal alandan dışlamayı hedeflediği en büyük mülki amirin, Valinin ağzından dökülüvermişti ve kızlar ayrı okulda okusun fetvası devletin katliamı çözmedeki gafletini ifşa etti idi.
Karakolun 4 dakika mesafeye resmen mudahale etmeyişi, ama aynı karakolda nöbette olan aileden bir korucuya komutanın git evindeki katliama bak diyerek izin vermesi ve emniyet ve jandarma nın 2 saat sonra giderek sarsak davranışı, sanki planlayıcısı, arka çıkanı gibi şeklinde kuşkular uyandıran pek çok anlatım, PKK saldırısı tespitinin sağ kalan bir çocuk tarafından çürütülmesi de sıkça ifade edildiğinden: Ankara daki. Demokratik Toplum Örgütlerinin kadın temsilcileri; katliamın gerçek nedenlerini ortaya koymak amacıyla bir İnsan Hakları Heyeti oluşturdu.
25 yılı
aşkın bir süredir şiddet ortamının kadınlar ve çocuklar üzerindeki etkilerini daha somut görmek ve bir kez daha toplumsal cinsiyetin kötü etkilerin – kullanım değerini açığa çıkarmak amacıyla, insanı ve yaşamın kutsallığını merkezine almayan, insan haklarına saygıdan uzak, farklı ve muhalif olana tahammülü olmayan, onları kolayca ötekileştirebilen, ayrımcılığa tabi tutan, hatta fiziksel olarak yok edebilen zihniyetin birçok yolla tüm toplumsal katmanları yanlı etkileyebileceği endişesiyle, araştırma ve incelemeler yapmak, elde edilen bilgi ve bulgular ışığında rapor hazırlamak, raporu ilgili ve yetkili kurum ve makamlara göndermek, kamuoyunu bilgilendirmek, çeşitli ulusal ve uluslararası mevzuatta güvence altına alınan hakların korunmasına katkıda bulunmak, katliamın gerçek nedenlerini ortaya koymak amacıyla bir İHD ve Barış Meclisi çağrısı ile bir İnsan Hakları Heyeti oluşturmuşlardır.
Heyette: İnsan Hakları Derneği Genel Sekreteri Sevim SALİHOĞLU, Türkiye Barış Meclisi Sözcüsü Yüksel MUTLU; KESK Kadın Sekreteri Songül MORSÜMBÜL, TTB Merkez Konsey Üyesi Dr. Hülya BİRİKEN, TMMOB Kadın Mühendisler adına jeo.Müh. Ayşen HADİMİOĞLU, HALKEVLERİ adına Dilşat AKTAŞ ve Ankara Kadın Dayanışma Vakfı adına Gülay AYDIN 11 Mayıs 2009 tarihinde Ankara’dan Mardin’e doğru yola çıkmışlardır. Diyarbakır’da bu heyete Bağlar Belediye Başkanı Yüksel Baran, Bağlar Belediyesi Kardelen Kadın Evi - Bağlar Kadın Kooperatifini temsilen Esra Şimşek, Zeynep Demir Akçer, DİKASUM'dan Özlem Özen, EPİDEM'den Rozan Kahraman, SELİS'ten Nuran Duman, Ceren Kadın Eğitim Evinden Keziban Güler, katılmıştır. Mardin’dende Nusaybin Belediye Başkanı Ayşe Gökkan ve Derik Belediye Başkanı Çağlar Demirel katılmışlardır.
Heyet 12 Mayıs Salı günü önce Mardin ili Mazıdağı ilçesi Zangırt (Bilge) Köyü’ne gitmiş, orada yaşamını yitirenlerin yakınları, ailelerini yitiren çocuklar için kurulan çadırlardaki psikolog ve diğer görevlilerle (Afetler Psikolojik Hizmetler Birliği-Kızılay-Psikiatri Derneği-Çocuk-Genç Ruh Sağlığı Derneği–Türk Psikologlar Derneği–Sosyal Hizmet Uzmanlar Derneği ve PDR) ile görüşmüş, gerek taziye çadırındaki acılı köylü kadınlara gerekse köyün erkeklerine başsağlığı dileyip hemen hepsi ile tek tek konuşup acılarını paylaşmış, notlar almıştır.
Katliamın
yaşandığı köyden basın açıklaması yaparak ayrılan heyet köyün bağlı olduğu ilçe Belediye Başkanı ile görüşmek üzere Mazıdağı’na gitmiştir.
Belediye Başkanı Hasip AKTAŞ ile yapılan görüşme sonrası Mardin’e geçen heyet Mardin Vali Yardımcısı A. Ferhat ÖZEN’i makamında ziyaret etmiş, burada bulunan Mardin Müftüsü ile de söyleşmiştir.
Daha sonra İldeki Demokratik Toplum Örgütleriyle (KESK Şubeler Platformu, Belediye İş, İHD, TTB ve Demokrasi Platformu Temsilcileri ) görüşüp 13 Mayıs 2009 tarihinde Mardin’den ayrılmıştır
Bu inceleme sırasındaki kendi izlenimlerim iyi ki mahalline gitmişiz detirtmişti. Heyetin sözcüsü Barış Meclisinden Yüksel Mutlu olsun kararıyla görüşmeleri sürdürdük.
32 hanenin bile yıkık dökük evlerden mürekkep olduğu, kızılayın çocuk rehabilitasyon- eğlence, sağlık ve mutfak, taziye çadırlarının-seyyar tuvaletlerin geniş bir alanı kapladığı çayırlık geniş alanda önce deprem bölgesine geldiğimiz zannına kapıldım.
Çok büyük bir taziye çadırında yerde oturan kadınlarla sonra dışarda bizi bekleyen erkeklerle başsağlığı tokalaşması, sarılmalar yaşadık. inanmayacaksınız ama, evi jandarma kilitledi bakın görün de inanın .. diyerek başladıkları yürek dağlayıcı anlatımlara saygılı yaklaşarak, anlattıklarına değer katarak, orada varolmaya, sıcaklığı yaymaya ve yakınlık kurmaya çalıştık. Kızılay görevlileri ile gönüllü katılanların özverili, dikkatli uygulama ve çalışmaları konusunda sevindirici bilgileri köylülerle bu sırada da paylaştık.
Köylüler de görevliler de ilk günlerde oraya gelen ulusal basının kendileriyle uzunca konuşmalarına rağmen hiç kaale alınmadıklarını, yalan yanlış yönlere çekilen olay hakkında özellikle NTV ve STAR ı suçlayıcı örneklerin bizce de malum olduğunu ortaklaştık. Onlara çok kırgın ve kızgın olduklarını bu nedenle artık hiç kimseyle konuşmadıklarını ifade ettiler.
Biz bir insan hakları heyeti olduğumuzdan ve yanımızdaki milletvekili, çevre belediye başkanı kadınların bulunmasına duydukları güvenle acılarını paylaşabildiğimiz kanısını halen taşımaktayım. Buraya gelişimizin de onların şikayetçi oldukları durumu uzaktan algılamamızdan kaynaklandığını özenle ve ayrıntılı anlatmamız da samimiyetlerinde etken oldu. Aksi halde görüşme yapmazlardı diye düşünüyorum.
Silahlarla yatıp kalkan, babasının öldürdüğü kişilerin hikayeleriyle kahramanlık tarifleyen bir çocukluğun annesini babasını kardeşlerini kaybetmekle hepten deforme olacağını tahmin etmek zor değildi. Ve kendimce çocuklarda travmaya neden olabilecek asıl hususun : tam da bu olay bahane edilerek kendilerinin sağlığı, rahatı, oyuncaklarla oynamalarını birden bire kendine dert edinen, üzerlerine ilgi ve sevgi boca eden devleti kavramaktan kaynaklanabileceği yönünde idi. Neden bukadar kıymetli olmuşlardı. Orada çocukların elnbebek gülbebeklerin silahlardan-cinayetten etkilenmesi hususundaki bizlerin telaşını tiye alan ve travmanın bizlerde olduğunu işaret eden devasa bir boyutu vardı ki işte bununla yüzleşmemiz bütün hepimizin saçmasapan etki tepki sarmalından kurtulmamıza yarayabilirdi.
Bunları irdelerken PKK saldırısı kaba kabuluyle bir çok ajans ça habere dönüştürülen olayın çok farklı ama bildik amaçlardan kaynaklandığını, ama acilen toplumsal cinsiyetin işbaşı yapıverdiğini her an izledik durduk.
Koruculaşan ailelerin sorun çözmedeki eski görece etik usul erkana bile uymayan katliam yapma tarzlarını, yüzleri açık saldırıları ile sırtını dayayacağı kandavası- töre infazını ezip geçen tarzı bambaşka bir Narkotik-Petrol- Para yani rantın çeteleşmesini apaçık etti.
Köylüler kendi yarattiklari yaşamlarının idamesinde yüzyıllardır edindikleri deneyimlerinin ürünü olan Töre- Kan davası hukukunun bu açgözlü para kavgasına mal edilmesinden öfkeye varan bir tatsızlığa da maruz bırakılmıştı, ve buna isyan ediyorlardı.. Bu bakımdan da kabul edilemeyip reddedilen bu katliam birçok başka katliam uygulamasının nirengisi olarak ta zihnimize çakıldı kaldı.
Töre ve örfe uymadığını kadın çocuk katledilmesi seviyesinde tartan, yarısı yetişkin erkek olan ölülerin hesaba bile alınmadığı devasa pervasızlığı, arkasında devlet-karakol ve narkotik ve petrol kaçakçılığıyla karakolun da bekçiliğini yaptığı Rant açıklamaları her kişininin dilinden dökülürken gerçekten de kanımızı dondu. Petrol çalan tankerin çamura saplandığında karakolun tankının çekip çıkarıp yola koyup uğurlamasının anlatımını ise sizlere olduğu gibi aktarayım, siz ne hissederseniz, bilin ki ben de öyleyim.
Anlatılanlarla Sivas, Kahramanmaraş, Çorum katliamlarındaki kadın, kız, çoluk çocuk, hamile lerle; Hrant katilinin beyaz bereli afişe katilliği, sonrasındaki jandarma karakolu fotoğraf karelerinin pervasızlığı arasında bağkurulması gibi bir noktaya gelivermek se adeta kendiliğinden oluverdi.
Mardin Mazıdağ Bilge köyü katliamı bu memleketteki bol ve yönet, ezen ezilen üzerinden yönetmenin gelebileceği bir son nokta olmalı. Kendi köyünün adı bile seçmeli hale getirilen, ana dili muhafaza için evlere kapatılıp – nüfusta kaydı yapılmayarak resmi dille mesafeli olmaya savrulan anne adayı kız çocuklarına nefes aldırılmayışın, bunun bütün ülkeye hakim olan cam tavanlarıyla, kadını yok sayan bildik kanunlarıyla, dini-diyanetiyle insan haklarını ihmal eden sözde ilericileriyle tahkim edildiğini; askeriyelerin karakolların iktidar paydaşlarının hepsinin yarı nüfusu köleleştirmekte birbiri ile yarış ve ittifak halinde olduğunu, bir halkın varolması ile variyetini korumaya endeksli diğerinin de bu aynı gardiyanlığın gönüllüsü olduklarını, her eve bir köleci tahsisinin toplumsal cinsiyet denen ceberrut yol haritasıyla sektirmeden yapıldığını: belkide bunların hepsini birden massederek ortaya çıkan bu katliamın artçı ve öncülerinin iyi okunmasını önerebilirim.
Katliamın gerçekleştiği (Çok seçmeli test uygulaması gibi) köy isimlerinden hangisini seçeceksiniz bilmem, ama : Mardin Mazıdağ - Bilge / Kerte köyündeki (Sultanşehmuz – Zangırt Köyü Kırkçeşme Mezrası) katliamının resminde bu memleketin yönetimlerindeki ana akımın ataerkil toplumsal cinsiyetinin, kavgayı kışkırtıcı, haksız hukuksuz herşeyinin hırsızlık ve ranta dönüştüğünü bunun utancını paylaşmamak gerektiğini görebilmenizi umut ederim.
1.06.2009
Ayşen Hadimioğlu
Jeoloji Mühendisi
.

23 Haziran 2009 Salı

TÜRKAN SAYLAN.. istisnanın istisnası

Türkan Saylan: Bir istisna...

[Sesonline] Cami avlusuna getirilen, makineli tüfek yuvası boyutlarındaki TSK çelengi, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” tezahüratıyla karşılandı. Cenaze töreni, küçük ölçekli bir Cumhuriyet mitingi havasında edâ edildi. Ergenekon davası soruşturmasında evinin aranarak taciz edilmesi, Türkân Saylan’ın yorgun bünyesini sarsan son travma olmuştu, belki. Ergenekon’un bir palavra olduğuna inanan veya cümle âlemi buna inandırmak isteyenler, cenazeye de bu kampanyanın bir parçası olarak kullanmak üzere çullandılar. [Tanol Bora yazdı...]

http://www.sesonline.net/php/genel_sayfa.php?KartNo=53655 TIKLAYINIZ...

TANIL BORA istisnası..

Tanıl bora klasikleri zaten istisna degil mi? Herzaman ezileni barisik olmaya - ara sira gorusturmeye, silbastan herseyi-unutalimciligi-onceleyenligiyle Turkan Saylan dan daha donanimli bir istisna, hem de..
Uzun yazısından alttaki kitaplari da ilaveten okuma geregine iyicene inanarak kanaatimde bir degisiklik olmadi.
Nur Serter ve Turkan Saylan in farki yoktu bence. ikiside gösterilen yere bakiyordu. Ve onlerine serilen alanda cirit attilar. o istikamette kimin yollarini actigini, niye arkalarinin sivazlandigini sorgulamadilar. Biri isten atildi, digeri ergenekoncularin ihaneti ile gozaltina aldirilarak bildik politik malzeme yapildi.
Cenazesi - duzenleme sekli ve sloganlasmasi zaten yurumekte oldugu yolun finaliydi. Ergenekona eklemlenen hayirseverligi 1 mayislarda tazyikli su fiskirtan, gungorendeki insanlari bombalayani isaret etmeyen, hrant i oldurtup tas ustunde usuten bir cerrahin valisinin yuregini yumusatabilmisti. Bu gercekten degerliydi?!

Yillarin cileci 68 kusagi aldatilir da Saylan, Serter niye aldanmasin ki? Darbelerin en fazla sayida kadinli meclislerle ihatasi kadar anlasilir bir husus bu.
Sosyalist soldan bir degerlendirme bu olabilir. Gerisi kendisinin yola devamina mesnet aramak ki bence Saylan Serter disindaki Gladyo ya kafa yormakta, akademinin yapilanisindaki saylanlara serterlere dikkatle bakmakta yarar var. AYSENHADIMIOGLU




10 Haziran 2009 Çarşamba

Türkiye’deki 1960-1971-1974-1980 ve 2009 uzerinden variyetler

Türkiye’deki 1960-1971-1974-1980 ve 2009 uzerinden variyetler
Etrafindaki dusmanlardan korunmak ve yeri geldiginde cilginlikla yedi duveli korkutmaya gudulenmis iseniz, dokulen kanla sulanan mekanlari hakettiginize inandirilmissaniz bu odevleri yapmak disinda secenege akil sir erdiremezsiniz. Ve siddet – taciz- karsisindakinin istegini kirma- kendini kolecilestirme- kolesiz yasayamamaya mahkumsunuzdur. Herkes , heryer, buna gore bicimlenir. Duvarlarla korunan bahceler, karanlik sokaklar, kapatilmis balkonlar, isik girmeyen dehlizlerde hapislik yillariyla olu sayilari uzerinden siyaset yapan oznelere donusup kitlesellesmeyi siirlestirip, ormani otsuz- cimensiz , gulu dikensiz, dogayi bortu boceksiz, dunyayi kirpisiz, iktidari fillerden ibaret vazedersiniz.
Bu kurguyla, Ureme iliskilerini uretim iliskilerinden soyutlayan bakin neler yasandi?
Kibrisa yaptigimiz mudahaleye kadar yani 1923-1974 tarihleri arasindaki 51 sene gucunu neren aldigini bilmedigimiz- muhakkak savasciligi betimleyen- hayattaki karsiligi icin butcenin %70 ini ayirmasiyla muhalifini konusturmus ve gozumuzde buyumus bir milli savunma bakanligi var idi.
Memleketi ortayerinden kuzeyden guneye bolen bir hattin dogusunda mecburen hizmet yaptirilan, ebeler- ogretmenlerle ayni talihi paylasanlardi.
Giderek şehirlerdeki varsil ahali 2-3-5 gunluk uzatilmis izin-bayram vesilesi ile turizme acildiginda dahi sabir sebat timsali olaraktan resmi bayram kutlayan, tatil yorelerindeki kamplarda hiyerarsileriyle akil durduran, bedava berber salonlari-ordu evleriyle, oyak reno-is imkanli kurgusuyla hasedimizi catlatan ve bulunduklari heryerde burokrasiye calim atarak siyasette kendinden bahsettiren bir askeri vesayetle yonetilir olduk.
1960. 27.mayis demokrat partinin gorevden alinmasinin adiydi. Natoya giris- incirligi teslim ve de petrole bagimlilik-karayollarini marsal yardimlari ile yaparak, bu yollari amerikanin eskimis hibe arabalari ile doseyerek ulkede demir yolu aglarini asla ormeyerek ama 10.yil marsiyla seslenerek, aldigi borclarla yakamizi kaptirttirip ve traktor verip, borcunu odeyemeyen basi egik koyluyu aganin kaburgasindan yeniden yaratarak, disa mahkumiyetin temellerini saglamca atarak Demokrat Parti hukumetinin miadi doldurtulmustu.
ve 1970 te solcu genclerin generallerle birlikte yapmayi tasarladigi DP'yi ogrenci kiymasi yapmaktan alikoyma - istirahate cekme darbesi 1971'in Mart ayında fare dogurdu. . 9 Mart'ta sol bir darbe planlanmışken, Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler ve Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur saf değiştirdi. Komutanlar, 9 Mart'taki darbeyi engellediler. 12 Mart'ta da Hükümete muhtıra verildi. Balyoz harekati ismiyle sol bicildi ve Deniz ler asildi. Boylece hem demokrat partinin isine son verilmis, ortalik suclulardan temizlenmis?! hem de yeni gorevliler is basina getirilmisti.
Geriye politika yapmanin malzemesi olabilecek: menderes in ve denizlerin idami kalmisti.
Ne birinin ne digerinin hayrimiza ya da serrimize yarayacak olumlu olumsuz degerlendirmesi asla yapilmadi.
1974 genel affi ile hapisten cikmasi saglanan balyoz harekati magdurlari- daha dogrusu 9 martta sol darbe birlikteligi icin pasalarin kandirdigi gencligin buna sus payi-avansi kabilinden sol muhalif ana akim gorevi gidim gidim arpa olarak sunuldu. Kontrolden cikan ezildi. Sendika baskanlari, siyasi ciddi muarizlar katledildi.
Bu arada insan haklari dernegi en dogru cizgide direnen ve en cok bu olumlerle basetmeye, ulusotesi dikkatlerin cekilmesine, hak arama bilincine ugrasti. Kurtce nin konusma yasagi, kurtlere yapilan hakaretli- acimasiz muameleler, uyuyan yilanlari uyandirdi, bahari erkenledi ve gormeyen duymayan herkesi taraf olmaya itti. Ve toplu katliamlara seyir bakilarak- bizzat devletce yapilarak, inananlar arasindaki ayrimcilikta ve kadinin yoksayilmasinda bu sahte muhalif guruplarin kullanim katsayisi gozler onune dokuldu.
1974 teki kibris mudahalesi pazarliklarda elimizdeki tek kart olmasi hasebiyle anildi, ve kendi gemisini batirarak prestij yitiren bir ordu algisiyla ve kibris halkinin memnuniyetsizligi ile akla ziyandi.
1974 baris hareketinda natonun kakaladigi basliksiz alinan fuzeler- kendi gemisini batiran hava kuvvetleri- vs ile prestiji dibe vuran ordu, 12 eylulde demokrasiyi bicmek suretiyle yeniden baskoseye gelip oturdu..
Ordu 12 eylulde, kurt realitesinin inkari uzerinden iskenceleriyle, ordu mensuplarinin saltanatinin- TIR filolari, narkotik - silah takaslari- fasist katillikleri- ve inanc guruplarinin uzerinden yuruttugu katliamlarla bir avuc kurt radikali deyip 20 sene basedemedigi bir ic savasli kisir dongude, halkin nefretiyle itibarsizlar sirasinin basina oturdu.
Savastigi, bolen ilan ettikleri halk sempati toplayip, derdini olumu pahasina anlatmaya debelenirken o hep oldurdu, kumarhane- sag+sol susurluk bulamaclari- asiret soslu savunularina, laik kadin basbakanli cozumu ile devam etti. Ellerinin arasina aldigi askeri postallari oksayarak dogudaki halki hallac pamugu gibi attiran Demirel in bacisi Tansu, kendine benzer papatyalarina sactigi kredilerle, bu acaip ulkenin kadin tarihine kadin bakisi ve kadin eliyle cilgin bir kac sag-feminen sayfa daha ekledi.
Ve kurt halkinin sorunlarinin dağda savas tekniklerine donusmesine, askere gidenlerin olme sayisi orantisiyla-buyuyen hakliligini savladigi bir ic savasi tetikleyip pıyasaya surdu.
40 bin olenli bir basarisizlikla askeriye magdurdu. Yerine daha iyisini yapacak emekliler ise Efsaneden guc alan futursuzluklari nedeni ile yerlerini daha iyi oyulganmis siyaset ve demokratik zemin tuccarlarina birakti.
Halkin demokratik tercihi: kiyafetteki ayrimciliga inat, kurtlere, azinliklara gulumseyen, ve ana- ile karsi akim milliyetciligin ulestigi diyanet isleri mertebesinde inananlar ekseninde karar kildi.
İstanbul bld deki hirsizlik, paranin oluk gibi akisi-gorevlendirilmis muhalefetin orda burda bagirdigi sloganimsi kurgular, bu cephenin de depremle foyasinin ortaya dokulmesi ile sol soylemlerin sagda kullanilmasini getirdi.
12 eylul fasistleri birey olarak yargilanirken, orgutleri devlete yamandi. Hatta gudumlu sol nuhalefet ihd nin bu topraklara AiHM den devsirip getirdigi insan hakki bilinci ile catisir oldu.
Ozal li yillarda Ozel tv ler, kurt realitesinin konusulur olmasi, evvelce dikkatlerden kacirilan 85 yillik hortumlarin baska agizlara akmasi- eski yiyicilerin itirazlari , askerli oy katkisiyla olusan zoraki koalisyonlarla bolusturulerek giderilmeye calisildi.
Polisin 12 eylul oncesinden sagci solcu sendika adlariyla betimlenmesi, 12 eylul solunu iskence ile baristirandi. Sag ve solda zaptedilemeyen itirazcilarin terbiyesi seflerin muafiyetinin garantisiydi. Agar, Saffet Arikan Beduk, Polis sefi Kemal Yazicioglu ve tabii avanelerinin sag ve solla flortlerinde bu tepe kollektifinin uzlasisi akla zarar veren susurluk kazasindaki yargisizlikta butunleserek tanimlandi. Susurluk yargilansin avazlari sol tartisma listelerinde bile icerik analizi yapilmadan gecistirildi.
Arabaya sigabilen orgutlu gladio : kız arkadasli fasist-sol-sag ve polis hicbir analizcinin yerine gogune sigdirilamadi.
AB’ye giriste en itirazci olanlar bu tepe koordinatorleriydi. Agar baris icin ovada- sol muhalif oldugunu varsayan sivil kolordular sehirlerdeki en en neo yapilanmada var olmayi, tekniklerinin kiyisina bucagina tutunarak denedi, deniyor.
Bu sirada demokrasi ve insan haklari babinda kurt orgutlulugu; ortak aday, baris meclisinde yer alisi ve yukselen kadin muhalefetiyle kültürel normlarini sorgulamak pahasina ve hatta dagdaki gerilla kadinlar uzerinden bile feminist bulusmayi basardi. Tore karar ve infazlarinin verilerini saklamak soyle dursun apacik hayatla, ezilen asli oznelerin hepsiyle yuzlesmeyi tercih etti. Guven verdi.
Kaba bir cizgiyle siyasetin ayraci vazedilen: cumhuriyet muridi laik, basi acik-larla- kapali-mumin kadin tarifini yol haritasinin belirleyeni yapmadi. Bu cok dikkate deger bir durustu. İleriyi yani hedefi görebilen bu strateji ogrenerek ilerlemeyi benimsemisti. İnsanin kesfine, potansiyeline alan acmaktaydi ve geri donusleri bile hesaba alarak yol yordam kendi icinde kesfedilecekti. İnsana saygiyla herkesi icine alan bu algiyi cok onemli buldugumu, bu memleketin kesfettigi bu cikis yoluna tum icimin isindigini soylemeliyim.
Kurt halki; Siyaseten basortusu itis kakisindan uzak durmasinin sag kanat nezdindeki mukafatini: belediye secimlerindeki basarisiyla da DTP olarak zapta gecirtti.
Su anda askere giden genclerin mayina basip olumu- ve olume sebep olan mayin doseme suclamasi disinda bir provokatif malzemesi kalmayan, terore malettigi her kanli uygulamayi ustune sicratan, politikayi darbe disinda bilemeyen kurmaylariyla da itibari sarsilan , hukumetin her hatasinin bile kendisine bulastiginin farkina varamiyan bir askeriyecilik.
Bu gidisatin Kurt orgutlulugundeki benzeri ile bulusma istegini tahmin etmek zor degil. Ve bunu gunler gosterecek.
Her daim sol kanattaki sendikalarda yer alan laik-aydin-orgutlu devlet memurlari ile irtibatini yitiren gudumlu-sol- muhalefet elinde tuttugu koltuklarda barinma telasinda. Agzinda sakiz ettigi vesayetci yapilanmasina sabi aramakla- magdur yaratmakla mesgul.
Gercekten sol muhalif kurtleri turkler den ayirip, ayiklayarak bicen, konusturmayan- kurt-ve turk solcularinin ozellikle feministlerin butunluklu sosyalist orgutlenmesini onlemeye matuf sarsak gozaltilara basvuruda yeniden yapilandirilacak olan muhalefet kurgusu isbasinda gibi gorunuyor.
Ortak aday, Cati partisi, Baris girisimi, Meslek odalari ile bir iki kazanilmis belediyenin nizamiyesi etrafinda nemalanma hevesindeki solculuklar kurt ve turk sosyalistlerinin feministlerle yurumedeki kararliligini- halkin potansiyelinin onunu acmak icin muhalefet yapan bu iradede yer alamiyacaklarini- artik bilmek zorundalar. Oyle ki kolordulari birlestirdigi kadar ayristirmanin cimentosu da taciz hatta tecavuz olabiliyor.
Bu arada Lozan uygulansin uzerinden de pazarlikta kilit rolu arzulayanlar var.
Ayrimcilik, tore bahaneleri, sosyal devletin ilgasi, cezasizligin-yoksaymanin envai cesitinden arinmanin tek siyasi bileseni sosyalizmin feminizmle yoldasligindan ibaret olsa gerek. İnsanlik buna ait potansiyelin tasiyicisi ve ureteci olacaktir..
Su anda bu gidisatin sinyalleri kurt orgutlulugu-deneyimleri ve kulturu uzerinden sekillenmekte ise de; karsit gorusteki kurt ve turk ittifakinin da gozden kacirilmamasinda fayda var.
Zira alisilagelen tarihsel izdusum: kapitalistlerle kendi yarattigi uydusu muhalifinin askeriyeyle oydasliklarindan ibaret. Buradan giderek toplumsal cinsiyet ceberrutunun da sistemle, dinlerle ve kiskirtilmis erkeklikle uyumu da unutulmamali.
Bunlarin karsisinda olan tek guc emekcinin gucu. Kadin Emekcileri temsil eden sendika temsilcileriyle ugrasarak korktuklari kadin itirazini ve emekciyi bertaraf etmenin ikisini birden yapmaya basladilar. Neo isveren-isci uzlasisina bile tahammul edemeyerek gozalti sinyalleriyle sermayeyi uyrarip yanlarina almaya, AB nin neo fonlu basarisina da ket vurmaya calismaktalar.
Kurt ve Turk Sosyalistleri sendikalardaki temsilcileri uzerinden emekcilerle isbirliginden vaz gecmeyeceklerdir. Bu her anlamda - her alanda hayata gecirilmeli, halklarin kardesliginin halklarin sevgililigine evrilmesiyle, irkciliga ket vurulmali, beraber ureterek beraberce ulesmenin yani sosyalizmin pratikleri yasanmali ve siyaseti yapilmalidir.
Ozel olan politiktir, en devrimci potansiyel ask tir. Sanat – doga ve tum insanligin sinirsiz uzamdaki paylasimciligi mulksuz yoksullugun ve kadin olma halinin deneyiminde- sozunde-ozunde politiktir. Kapitalizmin yok saydigi , bedavaya getirilen emek, sosyalizmin pratiklerine deneyim depolamis olup onumuzu gormemizi saglayacaktir. hadimioglu.blogspot.com Aysen Hadimioglu 4.haziran.2009 ankara

31 mayıs diyarbakır konuşmam

KADINLAR OLARAK HAKSIZ DÜNYAYA DİYORUZ Kİ:

“Edi Bese, Artık yeter, bizi dinleyin.”

Buraya Barışçıl, Sevgi dolu, Hak Adalet ve İnsaniyeti yeniden yaratmanın yol yordamını konuşmaya toplaştık.

Daha 2 gün önce İstanbul’da beraber olduğum Songül, Gülçin , Elif ve Yüksel’in aramızda olamayışını, daha pek çok kadının burada bulunamayışlarını kadınların demokratik haklarına mayın konması olarak algılıyor ve dağda, taşta kan revan haberlerle ya da evde şurada burada kadınları hapsederek susturmanın da aynı şekilde Demokrasiyi Mayınlamak olduğunu ifade etmek istiyorum.

Rahmetle andığım 40 bin insanımıza hep beraber ağıt yaktık, kayıplarımız her an artmakta.

Biz birbirimizin hatırını almayı, acısını paylaşmayı öğrenmek zorundayız. Birbirimizin acı kaynağı olmaya artık son verilmelidir. Bunu istemekten öte diretmeliyiz.

Konuşan anlaşanlarla, birbirini dinlemek üzere susanlarla el ele tutuşmak gerekiyor. Ezerek var olmanın da ezilerek kin tutmanın da bizlere her daim zararı oldu. Çok can kaybettik. Keşke bu kadar insanımız birbirini öldürmeden konuşmayı başarabilseydik. Onların anısına olsun. “Edi Bese, Artık yeter, bizi dinleyin.”

Ölenler akrabalarımız, kızımız, oğlumuz, kocamız- canımız ciğerimizdi- sevgililerimiz, sınıf arkadaşlarımız, komşumuzdu. Devlete, Aşirete, Kötücül ve İnsanlık dışı zalimlerin tümüne, dağdaki ve şehirlerdeki kadınlar olarak itirazımız var.

Birbirini kırıp geçiren, zaman içinde bizimde içimizde barınan erkekliği etkisizleştirmeye, sevgiyle ehlileştirmeye uğraşmalıyız.

Hep birlikte halkların birini diğerine üstün ve galip kılmadan, ortak ürettiklerimizi hakça üleşip - adaleti insanca tartalım. Bunun bayrağını, bunun milletini ve bunu koruyacak Devleti yeni baştan inşa edelim. Demokratik yollar bunun için açık tutulsun.

İç savaşın kanlı haberleri kadar, hatta daha ürkütücü rant katliamları olmaya başladı. Dünya malı dünyada kalıyor.

Ama malsız mülksüz kadını susturarak demokrasiyi mahfeden zalimlikler, taciz- tecavüz- koca dayağıyla korkutup ürkütmenin mayınları daha beter. geleceğimizi - insanlığı yok ediyor. Evlerimizi dayak haneye çeviren, sevgililerimizi cellada dönüştüren bu kör dövüşüne son verelim. Ne ezerek var olmaya, ne ezilerek kin biriktirmeye, ne de bunun usullerini evde denemeye gerek kalmasın.

Her doğurduğumuz çocuğu oturttuğumuz soframızda: onların tertemiz yeni fikirlere, yeni yol haritalarına, yeni görüşlere açık sözlerini dinlemeli, ilham almalıyız.

İnsanların ana dillerine saygı olursa, eğitim, sağlık ve insanca saygılı yaşamaları sağlanırsa – öncelikle güvenlikli mutlu evleri olursa; yaban ellerde amelelikle sefil perişan köleler haline getirilemezler. Özgüvenleri artar.

Tazecik saf dimağlarındaki harika ilhamlarla insanlığımızı da çoğaltırlar.

Biz kadınlar her sınıfın, her halkın en altta ezilenleriyiz; Cilamızı kaldırınca beş aşağı beş yukarı hepimiz aynı zulmün kurbanlarıyız.

Eyvallah etmenin, susup katlanmanın faydasızlığını öğrendik.

Kimsenin kimseyi ezmediği bir dünya mümkün. Biz kimseyi ezmeden daha hayırlı, güzel ve iyiyiz. Bize uyun.Dayaklı kötekli kötücül hapishane evlerimizde de mutlu değiliz. Fark ettik ki Devlet düzelmiyor evler düzelmeyince.

Devleti düzeltmek isteyen herkes kendisine çeki düzen versin.

Ey devletler, hükümetler ey kocalar, şefler patronlar; Kolordular hepinize sesleniyoruz:

“Edi Bese, Artık yeter, bizi dinleyin.”

Demokratik yolların açık kalmasını, bizim konuşabilmemizi, sokaklarda yollarda

yürüyebilmemizi sağlayın yeter. Korkup ürkmemize, üşümemize ve cildimizin solgunlaşmasına izin vermeyin. Ve bizi dinleyin, dinleyin.

Evde, sokakta, salonlarda, sendikalarda, iş yerlerinde bizi susturan mayınları birbirinden ayırt etmiyoruz. Evde koca, sokakta tacizci-tecavüzcü, sendikalarda hükumet, işyerlerinde patronun koyduğu bin bir operasyondan ağız açamaz-yaşayamaz olduk. Her gün bize yapılan bu operasyonlar, bütün dünyayı saran kötücül mayınlar bizce hayata kastediyor. Biri diğerini besliyor. “Edi Bese, Artık yeter, bizi dinleyin.”

Ayşen Hadimioğlu 31 Mayıs 2009 Diyarbakır

23 Nisan 2009 Perşembe

1923 yeniden inşa ediliyor

Son gunlerde 1923 un yeniden insa edildigi bir doneme girdigimizi sanmaktayim.
Ulkede azinliklarin verili haklari, ama gormezden gelinenlerin yok farzedilerek dizayni ve buna uygun muhalefetin olusmasi 1923 - 2009 sureci tamamlanmis.
Buna göre toplumun azinlik haklari kirpilarak - onlar da yonetim kadrolarinda sivil kurumlarda yer alarak sanki sikeyle bugunlere gelinmis. İki geri bir ileri vs. Yani hep bir geri bir geri icin ugrasilmis.
Sendikalar ve meslek odalari: yasaklanan seyin itirazi uzerinden dizayn edilmis.
Nevruz yasak: yasak kalksin- bayram yapmaliyiz../ Kürtler yonetim kadrolarinda -fermuar bulunsun ama kendilerini ifade etmeleri de (entellektuel asimile olma hali) onlensin.
Arada yasaklanan seye itiraz icin onculuk yapilsin. Örnegin nazim hikmet okumak yasak sa : illede okuyacagiz talebi -cezalanma vs surdu gitti.
1 mayis isci emekci nin kazanimlari anlaminda hafizamizda yer etmedi. Kanli-eziyetli-izin verilmeyen bayram, olulere saygi ama sonuc olarak iscinin kazanilmis haklari mertebesine hic erisemedi. Oldurulen sendika baskanlari dilimize pelesenk oldu. Ne yaptigi, hangi ileri hamleden dolayi olduruldugu, o hamlenin elan ne asamada oldugu hep unutuldu!?
Mitingler - secimler ticareti ziplatan-bayrak flama vs ile matbaa kurduran ceper tuccarlariyla hep varoldu.
Ama kronolojik diyagrama vurdugumuzda etkisi stk larin tepe organlarinin gudumunde kaldi. Uye azaldi- ilgisizlesti.

Bu gun: 1923 tenberi suregelen duzenin yeniden az daha sahicilesmeye - kismen de olsa tabana dayali insa edilmeye calisildigini farkediyorum.
Mecliste DTP milletvekili kadinlar Halide Edip tarzi tayyörleri, muhakkak orgutlerinin sıkı kurallarıyla hareket etmeleri- hatta adayliklarının bile ust bir yetke tarafından belirlenisi ile pek tanidik bir etki birakmakta.
Ama Kadinlarin karar organinda erkek destegi ile varolusunu- erkeklerin tam bir dayanismayla kadin vekillerin arkaplanini yukledigini, becerilerini tesvik ettigini de goruyoruz. Kadinlarin deneyimledigi hersey guven veriyor.
Osmanlinin Almanlara teslim ettiği askeri nizam, 1923 ten sonra almanlardan devir- sonra Nato ile ABD ye teslimiyet , gunumuzde Nato nun cokusu ile cetelesen Gladiosunu - ve bu gladio nun is edindigi hedefindekilerle birlikte temizleniyor.
Bu islemden sonra Savunma masada cozulebilen kurmayliga evrilecek gibi.

1923 yeniden dizayn edilirken: evvelki duruma uygun , en son 12 eylülde kan takviye edilmis kurumlar devsirilip , bunlari var eden yasaklamalarla-(pencereden atan) kosup asagi tutan(kurtarici muhalif kanat) pozisyonlari ilga edilmekte.

iheb yasaklari kalkinca, sendikalar uyesini; meslek odalari tabanini ifade edecek-talepkar olacak, sistem alacakaranlik kusagindan cikip- liberallesmeye ama asil onemlisi Demokratiklesmeye dumen kiracaga benzer. Sanci devlet katindaki gelirlerin paylasiminda. Bu belediyeler demek oluyor.

Turk devleti- turklerin ezen ulus oldugu vurgusu icin kiskirtilan bebeklerin katillesmesine ihtiyac olmadan, ajitatif cinayetsiz- dayaksiz-iskencesiz kurgulanmaya calisilmak zorunda. itirazci sahici -muhalefetle - ici dolu talplerin liberalize edilmesi donemine giriliyor. Su anda olan biten bu.
Yani her eve komur vererek dizayn edilen asgari ucretin arttirimi emekcinin kazanimi olarak patrona yikilacak. Bu liberalizmle mumkun, ama kazanilmis degil verilmis hak, alisilagelmis muhalif icin kafasini calistirmak demek ki? Zorda, sol cokuyor-neresinden tutsak, taban uye yuzbinler binler idi, ama isteklerini soylemiyor bile. Das dingil STK lar payanda olacak dağ ariyor.
Ote yandan;Yasal Azinliklar da kendini kanitlamis Kurt halki gibi masaya oturmayi ve paylasimda goze alinmayi istiyor.
Demokratik mevzilerdeki DTP kazanimlarinin tirpanlanmasi devlet ile AKP nin birlikte pay alma lokmasina DTP disindakilerin de talepkar olmasiyla ilgili, gibi. Yani DTP secimlerdeki basarisini arttirinca Devletin oz evladi olmaya aday. Ama azinlik muhalefeti kürt kartinin arkasina sakladigi, adeta iskan ettigi isteklerini boca edemiyor. Sikinti biraz da buna matuf.
DTP demokratik ozlemleri gideriyor, parti uyesi bir yana halkin nabzinada sahip, kadin kotasi uyguluyor, kadinlarin ardinda hazir bir erkek takviye gucu elan bulunuyor.
Turkler, kendileri adina yapilan katliamlari benimsemiyor ve reddediyor: kmaras- corum-sivas gibi katliamlari turk olma adina kimsenin sahiplenmedigi toplumsal bir uyanis ta hissediliyor. Ama bukotucul olaylari katliamlari durdurma gorevlisi iken seyreden-mudahale etmeyen kurumsal yapilar islevsizlikten tasfiye ediliyor. Ergenekonda en cok feryad edenler bu ayakta uyuyan kullanilmis olanlar. Zaten azap veren magduriyet te bunlar tarafindan dillendiriliyor.
Cunku halk uyandi, savas -kavga istenmiyor. Ergenekon yargilamasi : hukuki kotucul uygulamayi baskalarina reva goren bir kesime hak ve hukukun kendilerine de lazim oldugunu ogretti diyebiliriz. Bu gelismelerin darbe - iyi devrim vs ile degil taban oylari-egilimleri ve mucadelesini ovguleyen isareti cok onemli.
1923 te 1934 e kadar suren iyicil donemin 1934*2009 gerileme (iki geri bir ileri) arasini atlayarak yeniden kenarlarini yaslayip koselerini belirginlestirdigini ama her uzun kenarin digerine yaslandigi bir mekanizmayi an be an oyulgadigini gorebiliyorum. aysen hadimioglu.





--
aysen.hadimioglu

25 Mart 2009 Çarşamba

ŞARLO : YOKSUL ve PROLETER

Yoksul ve Proleter

“Şarlo’nun (Charlie Chaplin) son numarası, Sovyet ödülünün yarısını rahip Pierre’in kasasına aktarması. Gerçekte, bu davranış proleterle yoksul arasında bir yaratılış eşitliği kurma anlamına geliyor. Şarlo proleteri her zaman yoksulun çizgileri altında görmüştür; oyunlarının insansal gücü bundan kaynaklanır, ama siyasal bulanıklıkları da öyle. Şu hayranlık verici filmde, Modern Zamanlar’da (1936, The Modern Times), çok belirgindir bu. Şarlo burada durmamacasına proletarya izleğine dokunur, ama hiçbir zaman siyasal olarak üzerine almaz bu izleği; gözlerimizin önüne serdiği şey gereksinimlerinin dolaysız niteliği ve efendilerinin (patronların ve polislerin) elinde yozlaşmasıyla tanımlanan, kör ve aldatılmış bir proleterdir daha. Şarlo için, proleter hala aç bir insandır: açlık gösterimleri Şarlo’da her zaman destansıdır: sandviçlerin ölçüsüz büyüklüğü, süt ırmakları, daha ısırılır ısırılmaz, umursamazlıkla atılan meyveler; acı bir alayla, yemek makinesi (patronsal özdendir) ancak çok ufak parçalara ayrılmış ve gözle görülür biçimde tatsız besinler sağlar. Şarlo insanı, açlığına gömülmüş durumda, siyasal bilinçlenme düzeyinin hemen altında yer alır her zaman: onun için grev bir yıkımdır, çünkü açlığın gerçekten kör ettiği bir insanı tehdit etmektedir; bu insan işçi koşuluna yoksul ile proleterin polisin bakışları (ve tekmeleri) altında birleştikleri anda erişir ancak. Tarihsel açıdan, Şarlo aşağı yukarı Restorasyon (1815-1830) dönemi işçisini, makineye karşı ayaklanmış, grev karşısında ne yapacağını şaşırmış, ekmek sorunuyla (sözcüğün gerçek anlamıyla) büyülenmiş, ama hala siyasal nedenleri anlayacak, ortak stratejinin zorunluluğunu kavrayacak düzeye gelmemiş, niteliksiz işçiyi canlandırır.

Ama henüz devrimin dışında kalan bir tür ham proleter çiziği için sonsuzdur Şarlo’nun canlandırma gücü. Daha hiçbir sosyalist yapıt emekçinin alçalmış koşulunu bunca şiddet, bunca yücelikle dile getirmeyi başaramamıştır. Sosyalist sanatın hep devrim öncesindeki insanı, yani hala kör kalan, ama acılarının ‘doğal’ fazlalığıyla devrim ışığına açılmak üzere olan, yalnız insanı ele alması gerektiğini belki yalnız Brecht sezinlemiştir. Öteki yapıtlar, işçiyi Dava ve Parti’yle paylaşılan, bilinçli bir savaşa katılmış olarak göstermekle, gerekli, ama sanatsal güçten yoksun bir siyasal gerçeği sunarlar.

Şarlo ise, Brecht’in görüşüne uygun olarak, körlüğü öyle bir biçimde gösterir ki, izleyici hem körü, hem de gösterisini görür; birinin görmemesini görmek, onun görmediğini yoğun bir biçimde görmenin en iyi yoludur: Guignol’da da Guignol’un görmüyormuş gibi yaptığını çocuklar gösterir. Örneğin Şarlo hücresinde gardiyanlarca el üstünde tutulur, ülküsel bir Amerikan küçük kenteri yaşamı sürer: bacak üstüne atıp Lincoln’un portresi altında gazetesini okur, ama duruşundaki hayranlık verici kasılma onu tümüyle gözden düşürür, buraya sığınıp da içerdiği yeni yabancılaşmayı görmemenin olanaksız olmasını sağlar. En hafif tuzaklar bile boşa çıkarılır böylece ve yoksul durmamacasına baştan çıkmalardan uzaklaştırılır. Kısacası, insan-Şarlo bunun için her şeyin üstesinden gelir: her şeyden sıyrıldığı, her türlü desteği teptiği, insanda yalnızca insana güvendiği için, Şarlo’nun anarşisi siyasal açıdan tartışılabilir, ama sanatta devrimin belki de en etkin biçimini sergiler.”

Roland Barthes, Çağdaş Söylenler, Çev: Tahsin Yücel ...


------

DOĞUDA KADIN OLMAK

Doğuda kadın olmak, bu ülkenin makus talihine karşı direncin simgesi olmaktır.
Kendini özgür sanan dünya kadınlarına; esaretin yaratıcılığının açan çiçekleriyle umut vermektir.
Konuşmadan anlaşılmayı tarihe yazan, gözünü benden ayırmazsan beni hapsedersin ama izlediğin ben de senin zihnini - hayatının özünü yönetirim diyendir.
Ninni nin ana dilin perçinlenmesinin temeli olduğunu konuşturup;
Aşkın farklı bedenlerle yaşanmasının libacesini yazmaktır doğuda kadın olmak..... Devamı
Omzuna kilitli iğneyle iliştirdiği aşkını kah eğretilemeyle oyalara-dövmelere-kendisinden beklenilen her şeye yükleyerek salınandır.
Stratejiyi yüklediği bedenini esirgeyen, esirgediğini sunuşuyla dağları oynatandır.
Ve doğudaki kadın kadim imparatorlukları gömüldüğü yerde devindirendir.
Modaya, gayrı safi milli hasılaya yastık altıyla meydan okuyandır.
Görünmez zulmü, cam tavanı taş duvar ördürerek görünür kılandır.

15 Mart 2009 Pazar

2003 ecevit+2004- 2008-2009 tayyip erdogan TUBiTAK hukumetleri:al birini vur öbürüne

http://www.sol.org.tr/index.php?yazino=27755 tiklayin sarkiyi dinleyip okumayi surdurun lutfen.
2003 te Ecevit le baslayan ve erdogan hulkumetleri ile devam eden yagmacilik devam ediyor.
halkin dogal kaynaklarini har vurup harman savuran talan kah sair-karaoglanlarla , kah ortacisol ulusalcilarla, kah semavi paydaslarla surup gidiyor.
bilim yuvalari kadar kurumlari da el-pençe-dur-divan.

12 eylul ve kendini tekrarlayan muhalif dizilemi; kadrolastik kadrolasamadik- hep sana mi azcik ta bana mantigi ile elestire-dursun 2003 ten buyana olanlara bir bakalim.
2003 yasa teklifi Ecevite ait.
orman-kiyi-tarim alanlarindaki aramayi serbestlestiriyor. bergama-kaz daglari vs cevreyi hor goren - aramayi kolaylastiran - genisleten- izni sunduren imkanlar sunuyor. siyanure pudra bile suruluyor.
tepki uzerine yasa rafa kalkiyor - Tanridan yardim bekleniyor. ve 2004 de erdogan hukumeti tekrar gundeme suruyor.
jeolojinin 2003 te aramadan çıkartilmasi, oda nin saglam durusu ile ozdes. (2 önceki yaziya bak)

2004 te Maden yasasina av. ARiF ALi Cangı ve bir avukat arkadasi itiraz ediyor. 2008 de tubitak mutalaa veriyor. Dalya.(bir onceki yaziya bak.)
2008 başında anlı şanlı TÜBİTAK mutalaası ile maden yarama yasası çıkıyor.

Günümüzde DARWiN'in kapak olamayisi tepki aliyor almasina da: Darwin'in tıbben okadar yuksek bir onaylanmisligi var ki, kapaktaki inkarı politik bir amaca matuf numara bile olabilir. Yani Darwin in engellenmesi lafta kalir.Politik körleşmemizi sağlayıp yobazlar geliyor teranesi ile uyutulabiliriz.
Ama Madenler, ormanlar gitti gider.
Kurumus 60 yillik bir agac dusunun. Ve fellini filmlerindeki gibi onun yokolup gttigi bir yangin farzeyleyin.
Bu agacin buyumesi, yesermesi, tozlarini sevgililerine postalamasi ve goge dogru neselenmesinin her yil fotografini cekin, filme alin alin.
Sonra bir yanginda ya da testere ile kurumus uzuuun boyunun dibinden tirpanlandiginin, filmini cekin: yerde bir kütük.
Ormanin tazecikken yakilip kesilmesinin, maden arayacagiz diye bicilmiş cevre felaketinin vahsetinin az otesinde bu fellini de filmini hayal edin. bu uzuuun yillar yasayip kurumus-goge dogru seslenen sızıltılı agacin bile yerinin doldurulmasinin imkansizligini bir düşünün.
MADEN arama cevre imhasi her devrimci irade tarafindan engelleniyor. Ve hatta kendi yerelindeki halkin bilinciyle bile basedemez durumdadir.
Buradan bakinca fellininin kuru kavaklarinin bile deger bicilmez harikaligina bursa bld bsk adayi celik kanatli ikbal polat in , izmir bld bsk adayi hakbilimci arif in kurtariciligi okadar da çok gerekiyor ki. aysenhadimioglu.blogspot.com

2004 Av AliArifCangi, ÖmerErlat'ın Maden arama yasası için Cumhur başk.ndan veto istemi

5177 Numaralı Maden Kanununda Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunu'nun değerlendirilmesi:

Av. Arif Ali Cangı ve Av.Ömer Erlat tarafından Cumhurbaşkanına gönderilen yazıdan alınmıştır.

3 Haziran 2004


Yasa ile özetle;

· Ormanlar hesapsızca yok edilip, madencilik faaliyetine açılacaktır.


· Ülkemizin ender doğal zenginliklerinin korunduğu milli parklar, özel koruma bölgeleri, ağaçlandırma alanları, tabiat parkları, tabiat alanları, tabiat anıtları, özel koruma bölgeleri, doğal ve kültürel sit alanları madencilik faaliyetine açılacaktır.


· Kentlerin imar alanları, turizm bölgeleri, kültür alanları madencilik faaliyetine açılacaktır.

· Su havzaları, sulak alanlar, karasuları, içme suyu havzaları madencilik faaliyetine açılacaktır.

· Tarım alanlarımız, meralarımız, kıyılarımız madencilik faaliyetine açılacaktır.

· İşletmelerin insan ve çevreye vereceği zararların önlenmesi için uygulanan ÇED prosedürü madencilik faaliyeti için uygulanmayacaktır. Madencilik faaliyetinin insan ve çevre sağlığına getireceği olumsuzluklar denetim dışı bırakılmaktadır.


· Kültür ve tabiat varlıklarının belirlenmesinde madenci çıkarı öncelikli olacaktır.

· Madencilerin, gerçeğe aykırı ve yasa dışı beyanları ile kanuna aykırı tutumları sadece uyarı ile geçiştirilecek, haklarında ceza yasaları işletilemeyecektir

Yasa, madenciliğin sorunlarına da çözüm getirmemektedir. Herşeye karşı madenciliği hedefleyen tasarı, ülkemizin madencilik sorunlarına da çözüm getirmemektedir. Tasarı yalnızca ülkenin yer altı kaynaklarının hiçbir kayıt ve kısıtlama olmaksızın yeraltından çıkartılması ve işlenmeden yurtdışına çıkartılmasını sağlamakta , üstelik başka hiçbir sektöre sağlanmayan imtiyaz ve teşviklerle desteklenmektedir. Maden işletme ruhsatlarına kutsallık ve dokunulmazlık sağlanarak kamu elindeki kaynaklar, çok uluslu şirketlere aktarılmaktadır.

· Madencilik alanındaki kamu girişimciliği tamamıyla tasfiye edilecek,


· Çok uluslu yabancı ortaklara madencilik imtiyaz ve teşvik uygulamaları ile birlikte yatırım olanakları sunulacak,


· Ülke sanayisi için değil, dış satım ve batı metropollerine yönelik hammadde üretimi öne çıkarılacak,


· Madencilik politikaları, piyasalar tarafından belirlenecektir.

Sömürgeler dışında, dünyanın hiçbir yerinde, yabancı sermayeye madencilik sektöründe dış satıma teşvik ve imtiyazlı yatırım izni verilmemektedir. Bu haliyle bu yasa, bir sömürge ülkesinde dahi görülemeyecek kıyıma yol açacaktır.


5177 sayılı yasa temel mantığı kamu yararını değil madenci çıkarını hedeflemektedir. Tüm doğal ve kültürel zenginliklerin korunmasını, insan ve çevre sağlığının korunmasını amaçlayan özel yasalardaki hükümler madencilik faaliyetlerinin sınırsızca yürütülebilmesi için 5177 sayılı yasa ile ayıklanmıştır.

Bu yasa, Anayasanın çevre ve insan sağlığının korunmasına ilişkin bir çok hükmünü ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülüklerimizi ihlal etmektedir. Yasa ile bu günün ve gelecek kuşakların sağlıklı yaşama ortamı yok edilecektir. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur.

Bu nedenle, sözü edilen yasa Sayın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmamalı, TBMM'ne geri gönderilmelidir.

5177 Numaralı Maden Kanununda Ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanunu'nun değerlendirilmesi:
Av. Arif Ali Cangı ve Av.Ömer Erlat tarafından Cumhurbaşkanına gönderilen yazıdan alınmıştır.

3 Haziran 2004

Önceki dönem (Ecevit) Hükümeti tarafından TBMM'ne sunulan "Maden Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun Tasarısı" yöneltilen eleştirilere rağmen, yeni hükümet tarafından tekrar TBMM gündemine getirilmiştir. Tasarı yaklaşık 2 yıldan bu yana süren tartışmalar sonunda 26 Mayıs 2004 tarihinde TBMM Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş, onay için Cumhurbaşkanı'na gönderilmiştir.
Kamuoyundan gelen yoğun tepki nedeni ile TBMM komisyonlarında tasarıda kimi iyileştirmelere, örneğin zeytinlik alanları madencilik faaliyeti kapsamı dışında bırakılmasına karşın, eleştirilen diğer noktalarda kayda değer bir değişiklik yapılmamış, aksine tabiat parkları, özel koruma bölgeleri gibi alanlarda da madencilik faaliyetinin yolu açmıştır.

Bu yasa değişikliğinin temel anlayışı, özetle; "Çevrenin geliştirilmesi, insan ve çevre sağlığı ile ülkemizin doğal ve kültürel zenginliklerinin korunması, madencilik faaliyeti önünde bir engeldir. Hiçbir sınırlama olmadan, ülkenin ormanlarında, sulak alanlarında, milli parklarında, koruma altına alınmış doğal kültürel sit alanlarında madencilik yapılmalıdır. Bu amaçla madencilik faaliyeti önündeki çevre ve insan sağlığı ile doğanın korunmasına ilişkin mevzuat engelleri tamamen kaldırılmalı yada işlevsiz kılınmalıdır."

Geçtiğimiz yıl Haziran ayı içinde kimi gazetelerde çıkan haberlere göre; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Uşak-Eşme Kışladağ mevkiinde siyanürle altın çıkartmayı planlayan Kanadalı El Derado Firması yetkilileri ile görüşerek, onlara sözler vermiş, firma yetkililerinin; ".Bergama'da yaşanan sıkıntıları yaşamak istemediklerini, Bergama'da daha önce yaşanan olaylar ve AKP Hükümeti'nin madenciliğe bakışı konusundaki." sorularına, Başbakan Recep Tayip Erdoğan; ".Merak etmeyin, Bergama'da yaşanan olaylar yaşanmayacak. Biz yeni bir madencilik yasası hazırladık. Maden konusunda yabancı sermayenin Türkiye'ye çekilmesine yönelik çalışmalarımız hızlandırdık, yabancı sermayeye her kolaylığı sağlıyoruz, engelleri kaldırıyoruz." karşılığını vermişti. Başbakanını bu açıklamalarından da yasanın amacı anlaşılabilmektedir.


Yasanın 3. maddesi ile Maden Kanununun 7 nci maddesi değiştirilmiş; Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, kara avcılığı alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtı, tabiatı koruma alanı, tarım, mera, sit alanları, su havzaları, kıyı alanları ve sahil şeritleri, karasuları, turizm bölgeleri, alanları ve merkezleri ile kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri, askerî yasak bölgeler ve imar alanları ile mücavir alanlarda madencilik faaliyetlerine açılmıştır. Bu alanlarda, çevresel etki değerlendirmesi, gayri sıhhî müesseseler ile ilgili hususlar dahil madencilik faaliyetlarinin nasıl yürütüleceği, Bakanlar Kurulu tarafından çıkartılacak bir yönetmelikle düzenlenecek. Çevresel etki değerlendirmesi işlemleri Çevre ve Orman Bakanlığı tarafından, diğer izinlere ilişkin işlemler de ilgili bakanlıklar ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarınca çevresel etki değerlendirmesi sürecinde en geç üç ay içinde bitirilecek.İmar alanları içinde kalan madencilik faaliyetleri, ilgili yerel merciden izin alınarak yapılacak, ancak ruhsat alındıktan sonra imar alanları içine alınan maden sahalarına bu hüküm uygulanmayacak. Kamu hizmeti veya umumun yararına ayrılmış yerlere ve bu tür tesislere 60 metre mesafeye kadar madencilik faaliyeti yapılabiilecek. Maden arama faaliyetleri, bu Kanunda sayılanlar dışında herhangi bir izne tâbi olmayacak, işletme faaliyetleri ise, bu Kanuna göre Bakanlıkça çıkarılacak yönetmeliğe göre yürütülecek.. Maden işletme faaliyeti ile Devlet ve il yolları, havaalanı, liman ve baraj gibi kamu yatırımlarının birbirlerini engellemesi halinde, bu yatırımlara alternatif alanlar yaratılacak, alternatif alşanlar bulunmaması halinde, madencilik faaliyeti kısıtlanabilecek, bu durumda maden işletmesinin yatırım giderleri, lehine karar verilen tarafca karşılanacak. Bu yasa maddesi hükümlerinin beş yıl içinde üç kez bu maddenin ihlâli halinde ruhsat iptal edilebilecektir.


Yasanın bu düzenlemesi ile; Orman, muhafaza ormanı, ağaçlandırma alanları, özel koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, sit alanları, tarım alanları, su havzaları ve benzeri doğal ve kültürel zenginlikleri olan ve bu sebeple koruma altına alınmış alanlar madencilik faaliyetine açılmaktadır. Yasanın bu gibi alanlarda madencilik faaliyetinin tabi olacağı Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) ve Gayri Sıhhi Müessese (GSM) değerlendirmesinin çıkarılacak yönetmelikle yapılacağını belirmiş olması korunması gereken doğal ve kültürel zenginliklerimiz üzerinde mevcut ÇED ve GSM Yönetmeliklerinden farklı bir yönetmelikle madencilik faaliyetinin sürdürüleceğini düzenlemektedir. Çevre ve Orman Bakanlığının ve Sağlık Bakanlığının doğrudan görev ve yetki alanında bulunan bu konulardaki işlemlerin bu bakanlıklar tarafından yapılması gerekirken ÇED'le ilgili Çevre ve Orman Bakanlığı'nın, GSM ile ilgili Sağlı Bakanlığı'nın yetkileri ortadan kaldırılmaktadır.

Oysa, mevcut ÇED Yönetmeliğinde madencilik faaliyetine açılan doğal ve kültürel varlıklarımız, "Ülkemiz mevzuatı ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmeler uyarıca korunması gerekli görülen DUYARLI YÖRELER" olarak tanımlanmıştır. Mevcut mevzuat ve ülkemizin taraf olduğu uluslar arası sözleşmeler gereğince korunması zorunlu olan doğal ve kültürel zenginliklerin bulunduğu alanlarda madencilik faaliyetine izin verilmesi uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil ettiği gibi;


· Anayasanın 43. Maddesi gereğince kıyılardan yararlanmada öncelikle kamu yararının gözetileceğine,

· Anayasanın 45. Maddesi gereğince Devletin tarım arazileri ile çayır ve meraların amaç dışı kullanımının önlenmesine ilişkin ödevlerine,

Anayasanın 56. Maddesi gereğince sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkına ve devletin çevreyi geliştirme ve çevre sağlığını koruma ödevine,

Anayasanın 63. Maddesi gereğince Devletin, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunmasını sağlama ödevine, açıkça aykırılık içermektedir. Yasa Anayasanın sayılan hükümlerini ihlal etmektedir.

Esasen yasa ile doğal ve kültürel zenginliklerin korunmasındaki kamu yararı genel amacı madencilik faaliyeti yürütecek belli bir grupların özel çıkarı için ihlal edilmektedir.

Yasa değişikliği ile ÇED ve GSM izinlerini alma sürecini 3 ayla sınırlandırmıştır. Bunun anlamı bu süreçlerde yapılacak araştırma ve incelemelerin üstün körü yapılacağı anlamına gelmektedir.

Düzenlemeye göre bir kere ruhsat alındıktan sonra, saha imara açılsa dahi, yerel yönetimlerin hiç bir yetkisi olmayacak, kamu hizmetleri ve genelin yararına ayrılmış yerlere ve yapılara 60 metre, özel mülk arazilere 20 metreye kadar maden işletmesine izin verilecek, yerleşim yerlerine, kentlerin içine kadar sokulan maden sahaları açılacaktır.

Yasanın 4. maddesi ile Maden Yasası'nın 9. maddesi ile değişiklik yapılmış, madencilik faaliyetlerinin Bakanlar Kurulu tarafından belirlenecek teşviklerden yararlandırılacağı düzenlenmiştir. Yukarıda belirttiğimiz Başbakanın çok uluslu maden şirketine verdiği sözlere bakacak olursak, bu teşvikler çok geniş olacak, ülke kaynakları peşkeş çekilecektir.

Yasanın 5. maddesi ile Maden Yasası'nın 10. maddesi ile yapılan değişiklikle; gerçek dışı veya yanıltıcı beyanda bulunmak suretiyle bu Kanun hükümlerinin uygulanmasını engelleyen ve haksız surette hak elde eden ruhsat sahipleri 5 yıl içinde 3 kez bu fiili işlerlerse ruhsatları iptal edilecek. Bu fiilller, yönetmelikte tanımlanacak, yönetmelikte tanımlananların dışında bu madde uygulanmayacak. Yani gerçek dışı veya yanıltıcı beyanlarla beş yıl bir maden işletmesi sürdürülebilecek.

Yasanın 8. maddesi ile Maden Yasası'nın 14. maddesinde yapılan değişiklikle, işletmeden alınacak devlet hakkı hesaplanırken, ruhsat sahibinin beaynının esas alınacaktır. Bu konuda yeterli bir denetim öngörmemektedir.


Yasanın 11. maddesi ile Maden Yasası'nın 11. maddesinde; hiçbir inceleme yapılmadan verilen arama izni süresi içinde rezervin % 10'unun üretilmesi ve satışına izin verilebileceği düzenlenmiştir. Bu düzenleme ile ÇED süreci ve GSM izni olmadan arama ruhsatı ile rezervin % 10 işletilebilecek, insan ve çevre sağlığı için çok büyük riskler ortaya çıkabilecektir.

Yasanın 12. maddesi ile Meden Yasası'nın 24. maddesi değiştirilmiştir. Bu düzenlemede, yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan 10 yıldan 60 yıla kadar işletme ruhsatı verilebileceği öngörülmektedir.


Yasanın 20. maddesi ile Maden Yasası'nın 46. maddesine eklenen fıkralarla; İşletme ruhsatı safhasında işletme faaliyetleri için gerekli olan özel mülkiyete konu taşınmaz, taraflarca anlaşma sağlanamaması ve işletme ruhsatı sahibinin talebi üzerine Bakanlıkça kamu yararı bulunduğuna karar verilmesi halinde kamulaştırılacağı, Hazinenin özel mülkiyetinde veya Devletin hüküm ve tasarrufundaki yerlerde yapılan madencilik faaliyetleri için bu Kanunun yürürlük tarihinden sonra kira, ecrimisil alınmayacağı düzenlenmiştir. Bu yasanın uygulaması ile maden işletmelerinden kira ve ecrimisil alınmayarak, ek teşvikler sağlanmakta, bir özel şirketin işletmesi kamu hizmeti gibi değerlendirilip, özel mülkler kamulaştırılmasının yolu açılmaktadır. Bu durum hem kamu yararı kavramının sulandırılması hem de mülkiyet hakkının özüne dokunan sonuçlar doğuracaktır.


Yasanın 26. Maddesi ile 2863 sayılı yasanın 7. maddesi değiştirilerek Korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının ve doğal sit alanlarının tespitinde Kültür ve Turizm bakanlığı dışındaki kuruluşların görüşlerinin esas alınması, korunması gerekli doğal ve kültürel varlıkların belirlenmesinde de koruma ile kamu yararının değil bu alanlarda madencilik faaliyeti yapacak çevrelerin çıkarlarının korunması hedeflenmiştir. Bu yasa hükmü de Anayasanın yukarıda sayılan hükümlerine ve uluslararası sözleşmelere aykırılık teşkil etmektedir.


Yasanın 27. Maddesi ile 2863 Sayılı Yasanın 53. Maddesi değiştirilerek Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Yüksek Kurullarına Maden İşleri Genel Müdürü veya Yardımcısı üye yapılmaktadır. Koruma Yüksek Kurulunda Maden İşleri genel Müdürünün işlevi ne olacaktır? Yasanın bu hükmü ile doğal ve kültürel zenginliklerin korunmasına ilişkin kararlarda; madencilerin çıkarlarının esas alınması amaçlanmaktadır.

Yasanın 28. Maddesi ile Petrol ve jeotermal kaynak ve maden arama faaliyetleri ÇED kapsamı dışına alınmıştır. Böylece, Çevre Kanunu'nun temel mantığı ihlal edilerek maden arama faaliyetlerine çevre koruma mevzuatından muafiyet sağlanmaktadır. İnsan ve çevre sağlığına aykırılığı tartışmasız olan bu gibi faaliyetlerin ÇED denetimi dışına alınması Anayasanın 56. Maddesi ile Devlete yüklenen çevre ve insan sağlığını koruma ödevinin de bir ihlalidir.

Yasanın 31. maddesi ile Milli Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolü Seferberlik Kanununun 15 inci maddesinde değişiklik yapılmıştır. Milli Parklar Kanunu, Milli Ağaçlandırma Ve Erezyon Kontrolu Kanununda yapılan değişikler de esasen kanunların kamu yararı amacıyla düzenlenmiş koruma fonksiyonun madencilik faaliyetleri için ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir.


Yasanın 32. maddesi ile 20.11.1981 tarihli ve 2560 sayılı İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 20 nci maddesinde değişiklik yapılmıştır. İSKİ Yasasında yapılan bu değişiklik İstanbul'un ve diğer Büyükşehir belediyelerinin içme suyu havzalarının maden arama ve işletme faaliyetine açılmasını sağlayacaktır. Yasa Tasarısının gerekçesinde bu amaç vurgulanmıştır. Büyükşehirlerde yaşayan yurttaşların sağlıklı yaşama hakkı, devletin de sağlığı koruma ödevi madenci çıkarları için ihlal edilmektedir.

Yasanın 34. Maddesi ile Orman Yasası'nın 16. maddesinde yapılan değişiklikle devlet ormanlarında madencilere sınırsız tahribatın önü açılmaktadır.

Yasa ile özetle;

· Ormanlar hesapsızca yok edilip, madencilik faaliyetine açılacaktır.


· Ülkemizin ender doğal zenginliklerinin korunduğu milli parklar, özel koruma bölgeleri, ağaçlandırma alanları, tabiat parkları, tabiat alanları, tabiat anıtları, özel koruma bölgeleri, doğal ve kültürel sit alanları madencilik faaliyetine açılacaktır.


· Kentlerin imar alanları, turizm bölgeleri, kültür alanları madencilik faaliyetine açılacaktır.

· Su havzaları, sulak alanlar, karasuları, içme suyu havzaları madencilik faaliyetine açılacaktır.

· Tarım alanlarımız, meralarımız, kıyılarımız madencilik faaliyetine açılacaktır.

· İşletmelerin insan ve çevreye vereceği zararların önlenmesi için uygulanan ÇED prosedürü madencilik faaliyeti için uygulanmayacaktır. Madencilik faaliyetinin insan ve çevre sağlığına getireceği olumsuzluklar denetim dışı bırakılmaktadır.


· Kültür ve tabiat varlıklarının belirlenmesinde madenci çıkarı öncelikli olacaktır.

· Madencilerin, gerçeğe aykırı ve yasa dışı beyanları ile kanuna aykırı tutumları sadece uyarı ile geçiştirilecek, haklarında ceza yasaları işletilemeyecektir

Yasa, madenciliğin sorunlarına da çözüm getirmemektedir. Herşeye karşı madenciliği hedefleyen tasarı, ülkemizin madencilik sorunlarına da çözüm getirmemektedir. Tasarı yalnızca ülkenin yer altı kaynaklarının hiçbir kayıt ve kısıtlama olmaksızın yeraltından çıkartılması ve işlenmeden yurtdışına çıkartılmasını sağlamakta , üstelik başka hiçbir sektöre sağlanmayan imtiyaz ve teşviklerle desteklenmektedir. Maden işletme ruhsatlarına kutsallık ve dokunulmazlık sağlanarak kamu elindeki kaynaklar, çok uluslu şirketlere aktarılmaktadır.

· Madencilik alanındaki kamu girişimciliği tamamıyla tasfiye edilecek,


· Çok uluslu yabancı ortaklara madencilik imtiyaz ve teşvik uygulamaları ile birlikte yatırım olanakları sunulacak,


· Ülke sanayisi için değil, dış satım ve batı metropollerine yönelik hammadde üretimi öne çıkarılacak,


· Madencilik politikaları, piyasalar tarafından belirlenecektir.

Sömürgeler dışında, dünyanın hiçbir yerinde, yabancı sermayeye madencilik sektöründe dış satıma teşvik ve imtiyazlı yatırım izni verilmemektedir. Bu haliyle bu yasa, bir sömürge ülkesinde dahi görülemeyecek kıyıma yol açacaktır.


5177 sayılı yasa temel mantığı kamu yararını değil madenci çıkarını hedeflemektedir. Tüm doğal ve kültürel zenginliklerin korunmasını, insan ve çevre sağlığının korunmasını amaçlayan özel yasalardaki hükümler madencilik faaliyetlerinin sınırsızca yürütülebilmesi için 5177 sayılı yasa ile ayıklanmıştır.

Bu yasa, Anayasanın çevre ve insan sağlığının korunmasına ilişkin bir çok hükmünü ve taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelerdeki yükümlülüklerimizi ihlal etmektedir. Yasa ile bu günün ve gelecek kuşakların sağlıklı yaşama ortamı yok edilecektir. Buna hiç kimsenin hakkı yoktur.

Bu nedenle, sözü edilen yasa Sayın Cumhurbaşkanı tarafından onaylanmamalı, TBMM'ne geri gönderilmelidir.

ecevit 2003 tbmm: JMO itiraz konuşması



Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Aydın ÇELEBİ’nin 3 Temmuz 2003
tarihinde Meclis Plan Bütçe Alt Komisyonunda Yaptığı Konuşma

Sayın Başkan, değerli komisyon üyeleri;

Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği-Jeoloji Mühendisleri Odası adına
sizleri saygıyla selamlıyorum.

3213 sayılı maden yasası ve bazı yasalarda değişiklik yapılmasına ilişkin
tasarı hakkında Jeoloji Mühendisleri Odası’nın önerilerini, görüşlerini
içeren, ayrıca madencilik sektörünün değerlendirmesini kapsayan
dosyalarımızı değerli komisyon üyelerine sunduk. Bunun dışında gerek maden
kaynaklarımız ve gerekse maden yasasına ilişkin görüşlerimizin yer aldığı
kitapçıklarla, ülkemizin önemli zenginliği Bor madenlerimize ilişkin
olarak hazırladığımız kitabı da görüş ve değerlendirmelerinize sunmuş
bulunuyoruz.

Ayrıca önceki oturumda konuşan Maden Mühendisleri Oda Başkanımızın dile
getirdiği görüşlere bütünüyle katıldığımızı, yaptığı açıklamanın altında
TMMOB’ye bağlı diğer on meslek odasıyla birlikte imzamız olduğunu
özellikle vurgulamak isterim. Bu nedenlerle görüşlerimi olabildiğince
özetleyerek anlatmak amacıyla tasarıyı iki ana başlık halinde
değerlendirmek istiyorum.

Birincisi, mesleki açıdan irdelemek olacak.

Tasarının konusu olan madenlerin oluşumundan, bulunduğu yere,
yerleşiminden, geometrisine ve hatta yok oluşuna kadar tüm olaylar
jeolojik süreçlerin bir ürünüdür. Doğada gördüğümüz herhangi bir taşın
maden olup olmadığına karar verebilecek yegane mühendislik disiplini,
aldığı eğitim gereği, jeoloji mühendisliğidir. Madenlerin türüne göre
nerelerde bulunabileceği bilgisi de bu eğitimin bir parçasıdır.
Dolayısıyla madenlerin nerede ve nasıl aranacağı konusu jeolojinin tüm
dünyada olduğu gibi temel uygulamalarından birisidir. Diğer yandan
madenlerin işletilmesi sırasında karşılaşılan hidrojeolojik, yapısal,
dokusal, tektonik, tenör değişimi, alterasyon, ayrışma vb. birçok olgu
yine jeoloji bilim ve mühendisliğinin konularını oluşturmaktadır..

Önümüzdeki tasarının amacı “madenciliğin önünün açılması”, bu kapsamda
arama ve işletmeciliğin teşvik edilmesi olarak özetlenebilir. Bu amaçla
3213 sayılı yasada değişiklikler yapılması öngörülüyor. Gel gör ki, tüm
dünyada kısaca zikrettiğim nedenlerle maden aramacılığında temel bilim ve
mühendislik disiplini olan Jeoloji Mühendisliği’nin ismi, meri yasada
olmasına karşın, tasarının 17. maddesinde çıkartılmış bulunuyor.

Dahası tasarıya göre madenlerimizi hangi mühendislik disiplininin
arayacağı bilinmiyor. Konuyla ilgili değişik platformlarda yapılan
toplantılarda kimi çevreler, her nedense bunun yönetmelikle
düzenlenebileceğini dile getirdiler.

Şimdi öğrenmek istiyoruz? Dünyada olduğu gibi ülkemizdeki kökleşmiş arama
kurumlarında aramacılığın temel mühendislik disiplini olan Jeoloji
Mühendisliği’nin 3213 sayılı yasadan çıkartıp, yönetmelikte zikredilmesi
fikri madenciliğimizin önünü açacak önemli bir değişiklik olarak mı
görülmüştür? Tersinden sorarsak jeoloji mühendisliğinin 3213 sayılı yasada
arama aşamasında yer almış olması mı madenciliğin önünü tıkamıştır? Tasarı
’nın bu hale gelmesinde Türkiye’deki kimi icraatlarını ülke ve kamu yararı
ışığında eleştirdiğimiz “kökü dışarıda” bazı çevrelerin etkisi olmadığını
ummak istiyoruz. İşletilmesi için büyük yatırımların yapılması gereken
madenlerin rezervini belirleme sorumluluğunu yüklenen mühendislik
disiplinlerinin-buna maden mühendisliği de dahildir- mevcut yetkilerinin
alınması bu alanda spekülatif rant sağlamaktan, kıt kaynaklarımızın israf
edilmesinden başka bir amaca yaramayacaktır.

Değerli komisyon üyeleri,

Madenler aranmadan, bulunmadan işletilemiyor. Yani “madenciliğin önünün
açılması için aramanın hem teşvik edilmesi hem de dünya ölçeğinde
uygulanan bilimsel-teknik yöntemlere uygun olarak ve ehil mühendislerce
aranmasının yasayla sağlanması gerekiyor. Bu çerçevede Jeoloji
Mühendislerini arama aşamasında yetkili kılan 3213 sayılı yasadaki
statünün korunmasını arz ediyorum.

Ayrıca bir kamu kurumu olmakla birlikte, tüm sektöre aramacılık anlamında
lokomotiflik görevini başarıyla yürüten MTA Genel Müdürlüğü’ne ilişkin
önerilerimizin yasada yer alması görüş ve dileklerimi takdirlerinize
sunuyorum.

Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri tasarı’nın mesleki bakış açısının
dışında, ülke, toplum ve kamu yararı açısından değerlendirilmesi gerekli.
Çünkü bir meslek odası olaylara sadece mesleki çıkarlar açısından bakamaz.
Odaların aynı zamanda toplumsal sorumlulukları ve kamuoyunu bilgilendirme
görevleri olduğu açıktır.

Bu anlamda madenler ne kadar çok aranırsa, bulunursa ve işletilirse
mesleğimizin bundan kazançlı çıkacağı ortadadır. Ancak maalesef yasaya
hakim olan, madenlerin hemen bulunup hammadde olarak ihraç edilerek
değerlendirilmesi anlayışı ülke ve toplum yararına olmayacaktır.

Dahası bürokrasinin azaltılması söylemiyle tasarıya konulan kimi hükümler
madenlerimizden elde edeceğimiz katma değeri ağırlıklı uluslar arası
şirketlerin kasalarına aktaracağı gibi, ulusumuza tahrip edilmiş bir doğa,
bozulmuş bir ekosistem, zehirlenmiş topraklar, kirlenmiş sular, kıyılar,
denizler kavrulmuş ormanlar bırakacak ayrıntılar içermektedir.

Oysa bütün bu zenginliklerimiz tıpkı madenler gibi ülkemizin doğal
kaynaklarıdır. Doğal zenginliklerimizi birini diğerine feda etmeden
değerlendirmenin yolları vardır. Ancak görünen o ki bu anlayış tasarı’ya
yansımamıştır.

Şimdilerde ülkeler ve onların doğal kaynakları sadece Irak’ta olduğu gibi
işgal ordularıyla özgürleştirilmiyor.Buna gerek duymadan ülkelerin
topraklarına bankalarla, ulusötesi şirketlerle ve onlara yol gösteren
yasalarla da girilebiliyor. Dünyada Türkiye büyüklüğünde maden ruhsatına
sahip dev tekeller ve onların uzantıları’nın ülkemizde de yüzlerce ruhsat
taleplerinin olduğu biliniyor. Ülkemizin 100.000 kilometrekaresini
kapsayan, ağırlıklı olarak altın aramasına yoğunlaşmış 12 yabancı şirkete,
974 ruhsat verilmiştir. Tasarının bu şekliyle yasalaşması halinde bu
şirketlerin ülkemizin yüzlerce yöresine daha üşüşeceği beklenmelidir.

Geçtiğimiz ay yasalaşan “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” Doğal
kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin hakları da kapsıyor. Buna
bir de meclisin gündeminde olan “Geri kalmış illerde istihdam yaratılması
ve yatırımların teşvik edilmesi hakkında kanun teklifi” de eklendiğinde,
önemli vergi muafiyetleri, vergi indirimleri, amaçlı harçlardan muafiyet,
işçi primlerinin devletçe karşılanması, hazine arazilerinin ve arsalarının
mülkiyetinin bedelsiz devri, elektrik ücretlerinde % 50, nakliyede % 50
indirim vb. gibi kolaylıklar bu uluslar arası şirketler için de geçerli.
Tasarının, yukarıda anılan düzenlemelerle birlikte düşünüldüğünde,
ülkemizden önemli kaynak transferini gerçekleşmesine hizmet edeceği
açıktır.

Yani halkımızın dişinden tırnağından artırılarak yaratılan değerler, bu
ulus ötesi şirketlerin daha çok kar etmesi için peşkeş çekilecektir.
Üstelik tasarı bu özveri karşılığında elde edilebilecek bir ekonomik
getiriyi de güvenceye bağlamıyor. Dahası bu işletmeler terk edildiğinde
bırakılan risklere ilişkin harcamalar da halkın üzerine yüklenecek.
Kısacası, doğamızı tahrip edip doğal zenginliklerimizi götürecek olan
ulus ötesi şirketlere yardımcı olmak için üste de para vereceğiz.

Bu gizli işgale karşı ise tüm yıpratılmışlıklarına karşın ulusal ve
toplumsal çıkarlarımızı, kısmen de olsa, koruyacak yasalar var. İşte bu
nedenle ÇED zaafa uğratılmak isteniyor, Orman, Zeytinlik, Mera, Kıyılar,
Tarım alanları, Tarihi, Kültür ve Turizm varlıklarımızı koruyan yasalar ya
bay pass edilmeye ya da delinmeye çalışılıyor. İşte bu yüzden medarı
iftiharımız, on milyondan fazla insanımızın yaşadığı İstanbul’a su veren
yasalar bile hedef alınabiliyor.

Bütün bu muhasaraya gerekçe olarak, “madencilikte bürokrasinin
kaldırılması” gösteriliyor. Oysa her durumda örnek gösterilen ABD’de bu
konuda 1872 tarihli ve “dinazor yasa” denilen bir yasa var. Bununla
birlikte toplam 26 yasa bu alanda alınacak izinleri öngörüyor. Bu
kapsamda 40-50 yerden izin alınması gerekebiliyor. Bu konularda maddeler
bazında yazılı olarak ayrıntılandırdığımız kaygılarımızı ve önerilerimizi
takdirlerinize arz ediyorum.

Bunları dile getirdiğimizde kimi meslektaşlarımızda dahil küçümsüyor, bir
çevreci modaya kapılmış marjinaller olarak görüyor bizleri. Oysa bilinsin
ki küçümsenen bu bereketli topraklardır. Binlerce yıllık jeolojik
süreçlerle oluşan topraklar sıkıldığında şüheda fışkırır. Ulusal kurtuluş
sırasında can veren ecdadımızın kanları hala ormanlarımıza, meralardaki
yeşilliklere de can verir. Ve o yeşillikler toprağımızı tutar. Ve
çocuklarımızın maması ve sütü o yeşilliklerden gelir. Ve bu cennet vatan
akılla, bilimle, sevgiyle ve cesaretle korunur.

Değerli milletvekillerimizin aziz vatanı tüm zenginlikleriyle koruması
dileğiyle saygılar sunuyorum.




Aydın Çelebi
JMO Başkanı

14 Mart 2009 Cumartesi

TÜBİTAK HIŞMI

tübitak hışmı: DARWİNİZM'le MADEN YASASI ilişkisi..

Maden Yasası ile ilgili TUBiTAK görüşünü hepimiz hatırlamalıyız.
Şimdi de DARWiN'e el atıldığını üzüntüyle takip ediyoruz.
/ Düşünce Kuramı: TÜBİTAK Darwin'e karşı TÜBİTAK'ın yaklaşık 42 yıllık dergisinde büyük bir skandal yaşandı.Bildiğiniz üzre bu yıl evrim teorisini ileri süren Darwin'in yılı . ...www.bilinmiyor.net/2009/03/tubitak-darwine-kars.html - /

Darwin'le Maden Kanunu arasindaki iliskiyi nasil tanimlayabiliriz? Türkiye Bilimsel Araştırmalar Kurumu bilimi kimin lehine yozlastırmakta.
Kah yeraltı zenginliklerimizden, kah semai duyarlılıklarımızdan doğru özel mülkiyetin heybesi doldurulmaya çalışılıyor. Bilim araçsallığını sürdürüyor.Birbirinden bağımsız gibi görünen bu iki olguyu bir bütün içinde düşününce, Madenlerin talanı ile Darwin'in reddi neyi ifade etmektedir. Darwin hurafeyi, kadının kuşatılmış emeğinin ve doğumun kontrolunu, pekçok hastalığın tedavisinin rehberliğini sürdürüyor.
Semai inançlara atfedilemeyecek kadar bilimsel ve ideolojik uzamlara sahip. Taze önümüze düşen bu iki müdahale üzerinden, önümüzdeki günlerin tahayyülüne dair düşünsel bir bütünlük sağlayabiliriz.
Darwin tıp biliminin her araştırmasında doğrulanıyor. Ama ezme ezilme ilişkisinin aleti olamayacak kadar kesinleşen Darwinizm geriye gidişin özensiz uygulamalarını galiba zora sokuyor. 12 Eylül'ün anlı şanlı kurumlarından olan TÜBİTAK bilimsel adını kötüye kullanarak Darwinizme sırtını dönüyor. Ayşen.Hadimioglu

BİR PARANTEZ

//
TARAF
11.mart.2009
Orhan Miroğlu
Yüzleşme köşe yazısı ile sn miroğlu bazı saptamalarda bulunmuş.
“Eşzamanlı bir tarihin bizi ilgilendirmesi gereken hakikatleriyle aramız pek hoş değil. Kürtçe ve Arapça’nın Irak’ta resmi dil olması, yine Irak’ta Kürt liderler Celal Talabani’nin cumhurbaşkanlığı ile genelkurmay başkanının da Kürt olmasına dikkat çekiyor.
DP döneminde İnönü Celal Bayar’dan rica etm,işti. Doğu illerinde parti teşkilatı kurulmasın. Aşiretler üzerinden ağalık siyaseti yapılsın ikazı bugünlere taşınmış görünüyor.. Aksi halde ağaların hatta şeyhlerin kontrolu altında bulundurulan halkın talepleri , siyaset yapmalarıyla feodal yapının aşılmasını getirecek, cemiyet kültürü gelişecekti.
Ulusal bazda çözümlenmesi gereken Kürt sorunu bugün küresel ölçeğe taşınmış, formüller birer birer yürürlüğe giriyor ama ne yazık ki Sn.İlter Türkmen’in ifadesiyle “ Cumhuriyetin En Büyük başarısızlığının Kürt sorunu olduğu gerçeği ile yüzleşilemiyor. .AKP nin doğuda kazanmasını istiyorum diyen bilge İlter Türkmen İnönü’nün korkusunu yeniden inşa ediyor.
Sn.Miroğlu Diyarbakır’da AKP’nin kazanması DTP ve PKK’ye büyük darbe olur gibi bir sonucu önemseyen İlter Türkmen’i cumhuriyet tarihinde yapılan yanlışları tekrar etmeyelim, açılımıyla eleştiriyor.
Demokratik bir zemindeki yarışı engelleyen, PKK ortak düşmanımız lafını Klinton’a söyleten Ankara’daki demokrasinin kendi, zıddına dönüşen halinin Fırat’ın doğusuna reva görüldüğünü, düşünsel olarak bile gelişme kaydedilmediğinin altını çiziyor.
Darbelerden kendini korumak refleksi dışında halka seçenek sunulmuyor.
Orta Doğu da arabuluculuktan keyf alan AKP’nin kendi ülkesindeki Kürtler’in dışlanmasının asli iradesi olmaktaki ısrarı dikkatlerden kaçmıyor demekte.
Kürtlerin barışçı, sorun çözücü bir Gary Adams’ı olmadığından ilerleme kaydedilemiyor tespiti bu tür liderlerin öldürülmeleriyle yok edildikleri için fırsat yaratılmıyor diyor.. //

Bu kısa özetten sonra bugünü dikkatle gözlemlemekte yarar görüyorum.
Doğuda Kürtler hatta bütün ülke halkı ve kadınlar siyasallaşacak korkusu elan devam ediyor.
Ben bütün Türkiye Cumhuriyetinin halkın doğrudan demokrasisinden korktuğunu biliyorum.
Bu korkunun her demokratik zeminde neferlerini ürettiği, inançlıların iktidarla-muhalifi köşeye sıkıştırdığını ve yeryüzüne indiğini sanıyorum. İşte bu kolaycılıkla sakatlanmış demokrasinin Kürtlerden de soyutlanmış emsalsiz ve tehlikeli bir geleceğe kilitlendiği farkediliyor..
Ortak sol adayların hemen her yerde demokrasiye yedirileren engellenmesini birebir yaşamaktayız. Ulusal ana akım ile AKP’nin bağdaşıklığı demokrasiyi eğip bükmekte. Kazananın CHP değilse AKP olması isteniyor. Tabandan gelen kürt ve muhalif kadın hareketinin sosyalist kadın hareketine dönüşebilecek gücü muhtelif şekillerle yine “kadın için kadın dayanışması sınırlarında” içinden çalışılarak kırılmaya çalışılmakta.
EKD ve ESP nin taban çalışması, BEKSAV’ın seçimlerde halkı temsilde demokratik zemine müdahale edebilmesi hem bütün siyasetlerde hem de gençlik, kadın ve kürt hareketinde içerden manevralarla bahse konu bütün seçmenin siyasallaşmasının önüne set çekmeyi hedeflemektedir. Bunun demokratik yoldan aşılma parametreleri radikal çıkışları birbirine yaklaştırmakta. İşte nefis bir opera daha denebiecek gelişmeler yaşanıyor.
Ankara’daki 8 Mart kadın mitingi 3000 aktivistle korkuyu rüya olaktan öteye geçmiş olsa gerek. Hem de Ankara taban hareketi nin bir önemli ikazıydı bu miting.
Daha dün: AB fonlanmış projeleriyle işlendirilip, gönüllülerin de hareketlerini-hatta kavrayışlarını sınırlamış olan karikatürize sivilleşme-Feminizm teorilerine yedirilen Emekçi sözcüğüne duyulan korkuyu BM efsanesi boyutunda daraltmakta. Hatta AKP zihniyetli bir eğitimsen şubesi EMEKÇİ Kadın Gününü Kutlanamaz-Suç’tur diye ilan ederken teorideki yanlıştan yararlanıyor.
İleriye dönük tasarlar politik manevraları ceberrutlardan gizlemeye matuf gibi gösterilse de pek çok siyasetin tabanıyla konuşmadan senaryolarda yer aldığı, sığ düşündüğü iktidarın kullanımındaki verilerde açıkça görülmekte.
Kürt ve bağımsız kadın hareketinin devlet tarafından manipulasyonu bu yapıların demokraside ısrarı ile aşılabilecek, çünkü halkın tamamı başındaki yönetenden de muhalifinden de bıkıp usanmış, allaha sığınmış durumda. Sol çareler ürkütülüp- susturulup olmadı gözaltılarda alandan uzaklaştırılıyor.
Gençlik ve Emekli hareketinde demokraside ısrarın mücadelenin esasını teşkil ettiği ve başardığı görülüyor. Karşısına dikilenlerin beslenme kanalları da faş,ist olmasa da antidemokrasiden beslendiği gözümüzün önünde duruyor.
Belediye başkan adaylarının bahanelerle gözaltına alınması kadar, destekçilerinin de sahadan uzaklaştırılması, propogandalarının kısıtlanması da aynı demokrasi sevmezlerin tavırları olarak kabul edilmelidir.
AB fonlarıyla plastik-halkla temasa geçilmiş, işsizliğe alternatif demokratizm heryerdeki toplaşmayı loplar halinde koordinasyonlara bağlamıştır. AKP kendi muhalifinin yeniden dizaynı için Kürt ve Kadın hareketinin siyasallaşmasını engellemeyi iş edinmiştir. Akademi bunun lafzını üretmektedir. TÜBİTAK dün maden yasasını bugün Darwiniz’mi halkın hatta insanlığın aleyhine sündürüyor.
Tabandan kopuk sivil teşkilatların halkın topyekun siyasallaşmasını engellemeye angaje Ulusalcılığı bunun kılavuzu. Sanki demokratik ulus olunamazmış gibi!
Taban üyenin itirazı yükseldiğinde ise, itirazın-giderilmesi yine demokrasiyle çözümlenecektir diye umuyorum.
Görülen o ki: demokrasi ve halkın kendi kendini idaresi mevzuu AKP ve hatta ulusal temalı muhalifi için ölüm kalım meselesi.
12 Eylül’ün kurumları kendini var eden sivil muhalefeti AKP ile sentezleyerek yeniden dizayn ediyor .
Hala darbeyle boğuştuğumuz gerçeğini kavramamız için setlerden - genişleyen düşünsel özlemlerin kıtaltıldığı-sakatlandığı noktalardan açılımlar yapmalıyız.
Demokratik uğraşlarla SOL bir yol haritası çizilebilir.. aysenhadimioglu.blogspot.com

6 Şubat 2009 Cuma

HEP YENİLGİYİ ARADIM

Hep yenilgiyi aradım..
Yenmenin ayrıcalığı köreltiyordu beni,
Yenilgiyle acizlik getirmenin,
bıkkınlığın yaratıcılığını tatmanın,
kahkahasızlığın keşfine çıktım.
Sabahın seherine bile gülümsemeyi unutan
sımsıkı kapalı ağızları okudum.
Ve duygulu üst dudağımın
çizgi gibi yokoluşunu aynamda keşfettim.
Ve sanırım dokularımla barıştım.
ayşen hadimioğlu

ENFES: DEMOKRATİK BİR OPERA

ÖDP’de 34 oyla ULUSALCI BARAJ
Her taş yerinde ve zamanında ağırdı.
Üslup ve dil tam da liberallerin işine gelmeyeni susturmak için bahane ettikleri ve kullandıkları bir uydurmasyoncu psikolojik baskılama.
Çünkü cevaplanamıyan soruları tekrarlayanlar hatta ileri gidip kandırmacayı açık eden sözcüler ya ana dil yasağına, ya üslup suçlamasına maruz kalıyordu.
Egemenler bir yandan iyiliğimiz için bizi döverken, Huzur, Barış, Umut dilini kullanarak ta öldürücü darbeler vuruyordu.
ÖDP kongresindeki URAS’a yönelik suçlamalar, konuşmalar üslup üzerineydi.
Muktedirin muhalifi biçimlendirişi, kullanışı işte böyle bir şey.
Oysa halk oya yansıyan tercihiyle kimin yakasının yırtıldığına göre davranıyor.
ÖDP’de MYK ve PM %50 kadın kotası ile oluşmaktaydı. Ve DevrimciDemokrasi gurubu korku saldiği bir önceki kongrede kendisi için %50 kotayı hayata geçirdi. Bir iki farkla ve psikolojik şiddetle karar organı ve başkan çalışamaz hale getirildi.
Parti başkanı ise delegasyonu duruma müdahale için göreve çağırdı.
ÖDP fikriyatının TBMM kürsülerinde ifadesi , Demokrasiye sıkışmış devrimcilik halinin URAS tarafından en üst düzeyde yürütüldüğünün apaçık görünür oluşu ve Kürt politik iradesiyle de taban teması ve hatta flörtün Ulusalcı kanadı tedirgin etmesi bu çağrıyı erken bulanların saflaşmasını olağanüstü kongrede görünür etti. URAS çağrısının omurgası bence buydu.
Anlaşıldığına göre PM ve MYK URAS’ın hareket alanını daraltmayı, oksijen çadırında kısık ateşte olağan kongreye kadar cızırdatmayi sürdürmek isterdi. Ve bu arada yeni üye kaydetme muradı ise içimizi burktu hatta doğradı.
Yani 3-4 ay daha olsa Lokomotif Uras’ı ve ekibini yok edeceklerdi.
Aktif siyasette reel –ana-akım ULUSAL kanadın zafiyeti fırsattı hatta CHP’nin boşalttığı heryer daha da cazip hale geldi.
Devrimci kanata da yol açacak - Kırşehir’deki ve Ankara Büyükşehirdeki CHP ile ittifak girişimleri erkenci ataklardı. Buna da mudahale edilmeliydi. Pazarlığı aklına esen değil Filler yapardı.
Uras ve yardımcısı Önder İşleyen arasında, rekabet olarak ta gençliğe yansıyarak aktive edilen sorunu delegasyon bir ölçüde de olsa çözdü.
Delege; Önder İşleyen’in de Ufuk Uras’ın da alanını açıyordu. Bunun trafiğini Hayri Kozanoğlu gerçekleştirebilir ve sağ selamet Olağan Kongreye ulaşırız deniyordu.
Kozanoğlu yaptığı konuşmada konferans delegelerine ve bütün katılımcılara olağan kongrede aday olmayacağı teminatını da verdi. Vallahi dedi sanki.
URAS sakin, kışkırtmayan halini sürdürdü, sarfettiği iddia edilen sözleri, katıldığı iddia edilen toplantılarla devrimciliğe zarar verdiği imajını silip attı. Kendisine atfedilen çirkin sözleri sarfettiğine inanmak tümden olanaksızlaştı.
Rakibi İşleyen ise salonun yan tarafındaki (ÖS) gençliğin adrenalin seviyesini kotrol edilebilir kılmaktaydı. Belki daha kabiliyetliydi ama kader?!
Bazı DD yanlısı büyüklerin Özgürlükçü Solcu karşı tarafın içine dalıp hadise yaratma çabaları ise tarihin kalıntısı yakışıksız tavırlardı. ÖS gençlik bu sınavda da mükemmeldi.
Başkan adayı olması beklenen İşleyen’in neyi tercih ettiği anlaşılamadı. Başkanlık ille de bir obje mi olmalıydı? Yaptığı konuşmada da URAS’ın onun eline verdiği stratejik pozlardan başka tutanağı yoktu. Kahfaltı partneri ve gittiydi de keşke gelmeyivereydi vs dışında bir açılımı yoktu. Devletin resmi tarihi gibi bir nedensellik bağı yaşını başını aşıyordu.
Anlaşılıyor ki İşleyenin ipi de aslında URAS’ın elindeydi. O ustalıkla muhalifinin eksenini ve rakip-oluş stratejisini betimliyordu.
Bu “Demokratik Bir Opera” seyretmemi sağladı. Gerçekten de enfesti.

İşleyen tataftarı konuşmacılar Devrimci tarihin saygın isimlerine atıfla ve saygıya davetle sürdürdükleri konuşmalarında devrimci tezin zafiyetinden yakınmaktaydılar. Ama hiçbir devrimci teamüle uymayan makamsal lakaplarıyla kürsüye geldiler.
Eski başkan oluşlarını lakap olarak kullanmaları ise çağrışımcıydı. Ah eski günler özlemini anımsattı. Belki de her kaybeden takviyesini ÖDP’de arıyordu. Delege bunu görebilmeliydi ama usandığı ortadaydı.

Bildiğimiz gibi Milletvekili seçimlerinde %10 barajının yıkılması TBMM’deki dengeleri bozdu. Ağar TBMM’deki koltuklarını dağa kaptırdı. Koruculuğu işkencecilikle, infazlarla sürdüren DYP siyaseti TBMM’deki kendi yargısızlık barajının da yıkılmasıyla yüzyüze. Yargısız infazın yargısızlığı güme gitti.
Ergenekon soruşturmaları da çoğunluk hükümeti tarafından disipline ediliyor. Kürt demokratik hareketi Ergenekon davasına müdahil olabiliyor. Yürütme AKP’de.
Her alanda altüst olan muhaliflik rayına oturtulmak isteniyor. Uras ve DTP ve hatta AKP TBMM’den doğru bunu yapmaya çalışıyor. Uras ciddi güven vermekte.
ULUSAL kanat ise TBMM’de zafiyet içinde. MHP kendini unutturmak için heryere gülsuyu döküyor. Kanlar gülsuyu ile yıkanıyor. Ağar yargılanacak mahkeme aramakta.
Öyle ki bu alacakaranlık kuşağında sokak muhalefetinin halkın verdiği bütün oylara karşı dizaynı ustalık ve mekana gereksiniyor.
İşte bunun için kaybedenlerin bir araya gelip cazgırlıktan medet umması delegenin gözünden kaçmasa gerek.
Kısa hedefleri amigolukla bezemek yeterli olacak mı? Ve bununla TBMM kürsülerinin eşzamanlı kullanımı giderek gökgürültüsüne mi güvenecek.
ÖDP kongresinde geleceği kuracak olanlar delegeler.
1100 delegeden %25 inin katılmak bile istemediği konferansta 34 delegenin ULUSAL eşiği budefa İşleyeni nasıl konumlandıracak ve delegasyonun temsildeki ihmali üye tarafından nasıl değerlendirilecek hep beraber yaşayıp göreceğiz.
Muhalefetin Türkiyedeki Dizaynı ÖDP’deki DDYollarının da gözden geçirilmesini özendiriyor. Yeni başkan dray yapan vagonu yola koyacak. Sanki olağanüstü çağrıyı yapan Kozanoğlu gibi bir durum da bana iyicene komik gelmeye başladı.
Yani olağanüstü konferans çağrısını hem gereksiz deyip hem de devrik vagonun Kozanoğlunca cebinden çıkarıp kürsüye koymak gerçekten de ÖDP nin bütün mekanizmalarının ve ruhunun URAS tarafından yönetildiği tespitimi güçlendiriyor.
Ve Ortak Aday, Çatı Partisi Görüşmeleri, Kadın Hareketine Katkısı, Efendiliği ve birlikte yürüdüğü ekibin sadeliği, üye vasfıyla ve sakince incelikli duruşu çok daha özgün, etkili ve dirençli.
Ben URAS şahsında her yaşta ve kademedeki ÖS ekibini Devrimci Tarihin Anılarının Taşıyıcılığında ve Devamında daha bir güvenilir, anlaşılır ve insani hissettiğimi bir kez daha farkettim.
Demokratik Mevzilerin Kaybeden Başkanlarından Değil Sade Üyelerinden Medet Ummak Devrimciliğin Şiarıdır.
Devletler Gelişen Ahaliyi Kendi Verdiği Makamlarla Apoletlerle Parpular.
Bunların cilalı sözleri bu konferansta ta Devrimciliği Tekerlemeye dönüştürdü. Ayşen Hadimioğlu

YALNIZLIK

Tek başına kalmak kalabalıkta zorlar insanı.
Odanda, ya da koltukta değil.
Bem beyaz derini borçlusun bir beraberliğe,
Hatta esmerliğinin yakamozunda serinsin.
Gezerken bir ormanda kayınların göğe haykırışı
Beraberdir seninle.
Yalnızlık kalabalıkta zorlar insanı.
Tortop olsanda yatağında
Sırtını örten bir eli hayal edersin.
Ama kalabalıkta hayale izin yoktur.
Herkes sahici Herkes uzak.
Yalnızlık kalabalıkta zorlar insanı.
Otobüsün tutamacını,
Merdivenin trabzanını tutarken değil.
Nikahında hoşgeldin derken, hatta
Dansederken
Yalnızlık kalabalıkta zorlar insanı.
ayşen hadimioğlu

4 Şubat 2009 Çarşamba

ÖDP KONFERANS GÜZELLEMESİ

250 delegenin gelmediği konferans sonucunda:
ÖDP de 34 oyla 3 aylık ulusalcı baraj..

ARKADAŞLAR sonucu ben böyle algıladım. Aşağıda bahsedilenlere ilaveten sanırım bizlerin de görüşlerine ihtiyacınız vardır diye yazmak istedim.
Bir delegasyon davetinin sonucunu: kaybetmek haberi ile vermek kendi okurunun cismine uyuyor. Yani radikal in pareden yekparesol algısına denk düşer. Ama sanırım ÖDP yi +34 ile kayıp-kazanç diye yorumlamak ve açıklamak bizim moralimizi bozacak kadar siyaset ya da politikamızı etkilemez. Vız gelir tırıs gider. Ben den yana durum bu.
Hemen bir değerlendirme toplantısı cagrisini OZGURLUKCU SOLCU beklemekteyiz. Haydin uyanın bakalım. ayşen hadimioğlu


sayin Hadimioglu

Sol Liberal tayfa devrim ve sosyalizm mucadelesine alabildigine saldiriyor.
Mucadeleye saldirirken, 25 yasinda idam sehpalarinda, Kizilderede kaybettigimiz degerleri de unutmuyor; Deniz Gezmis'i, Mahir Cayan'i ulusalci olarak degerlendiriyor.
Bu liberal solun, mucadeleyi devrim ve sosyalizm mucadelesinden saptirmak ve duzen ici reformlara yonelmek icin en temel gorevlerinden biri.
Peki liberal sol bunu yaparken bizim deger verdigimiz arkadaslarimiz neden ayni dili kullanirlar? Neden bugunku devrimcilere saldirirken aslında Denizlerin, Mahirlerin mucadelesine saldirdiklarinin farkina varmazlar ?
Ne yazik ki dunyanin ve ozellikle de Turkiye'nin etkilendigi liberal saldiridan sizlerin de oldukca etkilenmis oldugunuzun en somut gostergesi bunlar.
Bizlere ulusalci yaftayi yapistiranlara inat biz onlara liberal demiyecegiz. Ama bu onlarin liberal dalgadan etkilenmedigi anlamina gelmez.
Bugun gecmise bakarak iyi ki diyorum Mahir ve Deniz bugunleri gormemisler ama kimbilir yazdiklarinizi okuduklarinda kemikleri sizliyordur.
En devrimci ve ulusalci selamlarimla
M.A/DD / Adana

Not: Bu "ulusalci baraj"in 3 aylik oldugunu dusunuyorsaniz cok aldaniyorsunuz. Hayri Kozanoglu'nun onculugunde ODP varoldugu surece bu liberal saldirilardan korunmaya kararliyiz.


degErli M.A/ DD merhaba,
sizin bana dagitmam icin-okumam icin gonderdiginiz metinleri listelere adiniza sunarken de degerliydim ben. halen de daha degerliyim, sizin neyiniz var . ne zaman kustunuz haberim yok.
her tas yerinde ve zamaninda agirdi.
uslup ve dil tam da liberallerin sosyalistleri olmadi halki susturmak icin kullandiklari bir uydurmasyon psikolojik baskilamadir.. akademimiz bunlarin tercumesini yapti da bizi tarifledi. cunku dil hikayeydi, biliyorduk.
Yani birakin bu dil hikayesini. ne dili. esasa baksaniza. Huzur opersayonu nun dili nasildi.. harika degil mi sizce. ve hapisledigi insanlarin greyderle ezdi huzur icinde.
Ve analarin ofkesi katilleri bogacak.. nasildi.. biz muhalifin diline bakin?
Liberalizm iste boyle kanliligi huzur-baris hareketi vs diye yuttururken, zatimuhteremlerin klavuzlugundan ya da mukemmel tedrisinden gecmis olsalar gerek. analari katil edecek, bogazlaycak bir dille tarifledi? Muktedir muhalifi bicimlendirirse boyle olur. Yani dil tedrisati buna ickin kullanim kilavuzu hazirlar. salaga gelmeyiz artik.
Simdi anladik mi : neden dile degil kimin yakasinin yirtildigina bakiyoruz. Sonucta kime yariyor- toplama cikarma dilden ote bir isin esasi. Bu netlige de iyi bir plaka takmak dil sever tedirsatin sinav sorusu olsun?
İki gurup yarisirken bir gurup sagda yumruk sallarken , diger gurubun sukunetini olcmek icin ortasina dikilen, o taraftaki kursu etegine oturup dizilenlerin konuslanmasinin bende biraktigi etkiyi ve inanilmaz uzguyu mezara anlatmak mumkun mu? Ve siyasi yasakli olu ya da diri degerlerimizi ele alip yola dusenleri seyrederken nabzimiza hic baktiniz mi? Biz ne haldeyiz biliyormusunuz? Genc insanlarin adrenalinleriyle oynayarak siyaset yapilir mi? her kendi agabeyleri konusurken donup delegeye bakinan ve sevinen - mutlu olan/ uzulup yumruk gosteren gencecikleri hangi DiLLE anlatsam ki sizlere. Bunun icabini soylemek ne kadar zor bilirmisiniz?
Bahsettiginiz kisacik yasamis arkadaslarimiz bu hareketkleri - hic yapti mi? kendileri yerine aferin bekleyen-uman tertemiz kendilerinden gencleri sade ruhlariyla kullandi mi? ve kendilerini hic makamla andilar mi?
bana ne mezara ne hayata saygiyi ders diye vermeyin, durdugum yer dersin alasini resmediyor. Ben yasarken kimseye midemi bulandiriyorsun demezken bana oluyu ters dondurdun vs demeyi suurunuzdan atin lutfen.
AB ye girmeyelim avazlarinin fonlanmis projelerle konforlu sivilligini- kastlasmakla demokrasinin dansini inanin dagdaki kurtlar bile belledi. Hic bir tespitimde bunlari bahsetmiyorken, 34 farkin musebbibi gibi bana yuklenmemeli hatta davranmamalisiniz.
Anayasadan gucunu alan, dilini laikligini devlet-i aliyye nin koruyup kolladigi ulusun sizler kadar bizlere de ihtiyaci var. Yani biz de varız. Kolluk kuvveti falan da hissetmiyoruz kendimizi. Bu parti de bunu vazetmedi.
Aksine ahali ne istiyor, ogrende gel; herkafadan ses cikmasin dedi. Hani yollar yurumekle asinmazin yerine uyum hikayesi. Alti ustu Hepsi bu. zaten siyasi partiler su anda sistemin yaraticiligindan ibaret. İcine ne koysan tika basa alir mi? Sendika vs yi de ayni fasileden say gitsin.
Ama gelisen farkindaligi icine almadigi goruluyor. bir buhranda herkesin sectigi baskan o buhrani atlattiriyor; sonra kendisi bolen haline geliyor. Ve bagir cigir millet vekili olmasi istenmiyor.
%10 barajinin yikilmasina alisacagiz. Olay bu. Kucuk bir devlet gibi idari onlem, kufredenlerin kayirilmasi- altta kalan sessizlerin ilgasi.. ve kusur aramada yansitma vs bildik uygulamalar. Ve kendini igade edene etegin sokuk, sacini kes te gel gibi uyduruk epritmeler. Yani YOk kalksin derken, YOK e sen kalk ben oturayim festivali ve buna devrimci cevazlar. Yetersiz universiteler- cok sayida universite olmasaydi. Oralarin hocalari allame-i cihan, panel panel geziniyor ama ayni okullarin ogrencileri salak mi salak degerlendirmeleri. ic egitim-ve ve yetkinlik duzenlemeleri. Bunlarin uygulayicilarindan devrim dersi almanin dayanilmaz hali. Depreme uğramak yerine sona gelindi:
Ara donem icin 34 fark, 250 fire var. Ve kavga olmadi diye sevinenlerle , kazandik diyenlerden ibaret bir toplam.
inanın buna ad koymak bile insafi zorluyor. sn DD buradan boyle gorunuyor. ama zirveden bu ayrintilar secilmiyordur. Biz kirpiler birakin toplama cikarma yapalim. Siz ayaginizi denk alin. aysen hadimioglu
&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

7 Ocak 2009 Çarşamba

BÜTÜN DEVLETLER KATİLDİR

"Bütün Devletler Katildir"
Tam da "özür diliyorum" imzamı enine boyuna anlatacakken polis kurşununa kurban giden bir genç dünyanın sabrını taşırdı.
Aleksandros Grigoropulos'un Yunanistan'da polis tarafından öldürülmesi ile başlayan isyanla dayanışma anarşistler, anti-otoriterler ve feministler tarafından başlatıldı.
Ve ardı sıra Gazze'de yapılan imha bütünlüklü kavranarak protestolar devam ediyor. İsrail Devletinin katliamı koca dünya halklarını ağlatıyor. Bütün Devletler ince ve kirli hesaplar yapmakta.
Savaş severler el ovuşturup intikam çığlıkları atıyor. Yunanistan'da salt Alexis'in öldürülmesine değil, başka kılıklarda da olsa tanınan bin bir suratlı devlet terörünün tümüne isyan ediliyor.
Uluslararası sermayenin hayatlarımızı soktuğu cendereye; ücretli-ücretsiz köleliğimize, Gözleri kamaşmış tüketiciliğimize biz de isyandayız.
Yaşadığı gezegeni yok oluşa sürükleyenlere; Paranın ve mülkiyetin yarattığı adaletsizliğe isyan.
İtaatten başka bir şey öğretmeyen eğitim-öğretim kışlalarına isyan.
İkiyüzlü ahlaka dayalı aile kurumuna isyan.
Bizi kadın ve erkek olarak kodlayan, cinsel yönelimlerimizle bizi yargılayıp öldüren ataerkliye isyan.
Yaşamlarımızı zulüm, işkence ve infazlarıyla karartan militer-para militer güçlere isyan.
Efendiler Bilsinler Ki: Her göğse giren kurşun bizim de kalbimizi yaralamıştır.
Gözlerimize iyi bakın efendiler; o yaraların ateşi şimdi bu dilsiz haykıran gözlerimizde parlamaktadır.
Bu gözler Maraş'ı gördü, Sivas'ı ve Çorum'u gördü. Bu gözler Dersim'de yakılan ormanları, boşaltılan köyleri, Küçücük bedeni kurşunla doldurulan Uğur Kaymaz'ı gördü. Bu gözler idam sehpası için yaşları büyütülen gencecik fidanları gördü.
Bu gözler Eryaman'da öldürülen travestiyi, Sahtesi de gerçeği de tecavüzcü olan polisi gördü.
Bu gözler buzdolaplarına kapattığınız selpakçı veletleri, "Dur" ihtarına uymadığı için kafasından bir kurşunla yere serilen genci, Gözaltında döve düve öldürdüğünüz devrimciyi gördü.
Bu gözler 19 Aralık'ta paramparça edilen ve yakılan tutsak bedenleri gördü.
Tuzla tersanelerinde ölüme terk edilen işçileri Her gün açlıktan ölüme terk edilen işsizleri gördü. Bu gözler tüm katillerimizi, cellâtlarımızı, işkencecilerimizi gördü.
Bu gözler tüm faili meçhullerin faillerini, sizleri gördü efendiler.
Ve Gazze'yi de aynı farkındalıkla görmekteyiz. Soykırıma uğrayandan af dilemeyi öğretip affedilmenin huzuru içinde yaşamayı insanlığın olmazsa olmazı yapacağız.
Birbirine düşürülüp vuruşturularak mahvedilen halkların erkek kadın çocuk hepsinin de hesabını tutarak diyorum ki; evet bütün devletler katildir.
Hiç birinin yaptıklarını unutmayacağız, affetmeyeceğiz!
(Kaynakça: 20 Aralık Cumartesi günü Atina ile eş zamanlı İstanbul'da yapılan küresel direniş eylemi basın açıklaması