15 Mart 2009 Pazar

ecevit 2003 tbmm: JMO itiraz konuşması



Jeoloji Mühendisleri Odası Başkanı Aydın ÇELEBİ’nin 3 Temmuz 2003
tarihinde Meclis Plan Bütçe Alt Komisyonunda Yaptığı Konuşma

Sayın Başkan, değerli komisyon üyeleri;

Türk Mühendis Mimar Odaları Birliği-Jeoloji Mühendisleri Odası adına
sizleri saygıyla selamlıyorum.

3213 sayılı maden yasası ve bazı yasalarda değişiklik yapılmasına ilişkin
tasarı hakkında Jeoloji Mühendisleri Odası’nın önerilerini, görüşlerini
içeren, ayrıca madencilik sektörünün değerlendirmesini kapsayan
dosyalarımızı değerli komisyon üyelerine sunduk. Bunun dışında gerek maden
kaynaklarımız ve gerekse maden yasasına ilişkin görüşlerimizin yer aldığı
kitapçıklarla, ülkemizin önemli zenginliği Bor madenlerimize ilişkin
olarak hazırladığımız kitabı da görüş ve değerlendirmelerinize sunmuş
bulunuyoruz.

Ayrıca önceki oturumda konuşan Maden Mühendisleri Oda Başkanımızın dile
getirdiği görüşlere bütünüyle katıldığımızı, yaptığı açıklamanın altında
TMMOB’ye bağlı diğer on meslek odasıyla birlikte imzamız olduğunu
özellikle vurgulamak isterim. Bu nedenlerle görüşlerimi olabildiğince
özetleyerek anlatmak amacıyla tasarıyı iki ana başlık halinde
değerlendirmek istiyorum.

Birincisi, mesleki açıdan irdelemek olacak.

Tasarının konusu olan madenlerin oluşumundan, bulunduğu yere,
yerleşiminden, geometrisine ve hatta yok oluşuna kadar tüm olaylar
jeolojik süreçlerin bir ürünüdür. Doğada gördüğümüz herhangi bir taşın
maden olup olmadığına karar verebilecek yegane mühendislik disiplini,
aldığı eğitim gereği, jeoloji mühendisliğidir. Madenlerin türüne göre
nerelerde bulunabileceği bilgisi de bu eğitimin bir parçasıdır.
Dolayısıyla madenlerin nerede ve nasıl aranacağı konusu jeolojinin tüm
dünyada olduğu gibi temel uygulamalarından birisidir. Diğer yandan
madenlerin işletilmesi sırasında karşılaşılan hidrojeolojik, yapısal,
dokusal, tektonik, tenör değişimi, alterasyon, ayrışma vb. birçok olgu
yine jeoloji bilim ve mühendisliğinin konularını oluşturmaktadır..

Önümüzdeki tasarının amacı “madenciliğin önünün açılması”, bu kapsamda
arama ve işletmeciliğin teşvik edilmesi olarak özetlenebilir. Bu amaçla
3213 sayılı yasada değişiklikler yapılması öngörülüyor. Gel gör ki, tüm
dünyada kısaca zikrettiğim nedenlerle maden aramacılığında temel bilim ve
mühendislik disiplini olan Jeoloji Mühendisliği’nin ismi, meri yasada
olmasına karşın, tasarının 17. maddesinde çıkartılmış bulunuyor.

Dahası tasarıya göre madenlerimizi hangi mühendislik disiplininin
arayacağı bilinmiyor. Konuyla ilgili değişik platformlarda yapılan
toplantılarda kimi çevreler, her nedense bunun yönetmelikle
düzenlenebileceğini dile getirdiler.

Şimdi öğrenmek istiyoruz? Dünyada olduğu gibi ülkemizdeki kökleşmiş arama
kurumlarında aramacılığın temel mühendislik disiplini olan Jeoloji
Mühendisliği’nin 3213 sayılı yasadan çıkartıp, yönetmelikte zikredilmesi
fikri madenciliğimizin önünü açacak önemli bir değişiklik olarak mı
görülmüştür? Tersinden sorarsak jeoloji mühendisliğinin 3213 sayılı yasada
arama aşamasında yer almış olması mı madenciliğin önünü tıkamıştır? Tasarı
’nın bu hale gelmesinde Türkiye’deki kimi icraatlarını ülke ve kamu yararı
ışığında eleştirdiğimiz “kökü dışarıda” bazı çevrelerin etkisi olmadığını
ummak istiyoruz. İşletilmesi için büyük yatırımların yapılması gereken
madenlerin rezervini belirleme sorumluluğunu yüklenen mühendislik
disiplinlerinin-buna maden mühendisliği de dahildir- mevcut yetkilerinin
alınması bu alanda spekülatif rant sağlamaktan, kıt kaynaklarımızın israf
edilmesinden başka bir amaca yaramayacaktır.

Değerli komisyon üyeleri,

Madenler aranmadan, bulunmadan işletilemiyor. Yani “madenciliğin önünün
açılması için aramanın hem teşvik edilmesi hem de dünya ölçeğinde
uygulanan bilimsel-teknik yöntemlere uygun olarak ve ehil mühendislerce
aranmasının yasayla sağlanması gerekiyor. Bu çerçevede Jeoloji
Mühendislerini arama aşamasında yetkili kılan 3213 sayılı yasadaki
statünün korunmasını arz ediyorum.

Ayrıca bir kamu kurumu olmakla birlikte, tüm sektöre aramacılık anlamında
lokomotiflik görevini başarıyla yürüten MTA Genel Müdürlüğü’ne ilişkin
önerilerimizin yasada yer alması görüş ve dileklerimi takdirlerinize
sunuyorum.

Sayın Başkan, Değerli Komisyon üyeleri tasarı’nın mesleki bakış açısının
dışında, ülke, toplum ve kamu yararı açısından değerlendirilmesi gerekli.
Çünkü bir meslek odası olaylara sadece mesleki çıkarlar açısından bakamaz.
Odaların aynı zamanda toplumsal sorumlulukları ve kamuoyunu bilgilendirme
görevleri olduğu açıktır.

Bu anlamda madenler ne kadar çok aranırsa, bulunursa ve işletilirse
mesleğimizin bundan kazançlı çıkacağı ortadadır. Ancak maalesef yasaya
hakim olan, madenlerin hemen bulunup hammadde olarak ihraç edilerek
değerlendirilmesi anlayışı ülke ve toplum yararına olmayacaktır.

Dahası bürokrasinin azaltılması söylemiyle tasarıya konulan kimi hükümler
madenlerimizden elde edeceğimiz katma değeri ağırlıklı uluslar arası
şirketlerin kasalarına aktaracağı gibi, ulusumuza tahrip edilmiş bir doğa,
bozulmuş bir ekosistem, zehirlenmiş topraklar, kirlenmiş sular, kıyılar,
denizler kavrulmuş ormanlar bırakacak ayrıntılar içermektedir.

Oysa bütün bu zenginliklerimiz tıpkı madenler gibi ülkemizin doğal
kaynaklarıdır. Doğal zenginliklerimizi birini diğerine feda etmeden
değerlendirmenin yolları vardır. Ancak görünen o ki bu anlayış tasarı’ya
yansımamıştır.

Şimdilerde ülkeler ve onların doğal kaynakları sadece Irak’ta olduğu gibi
işgal ordularıyla özgürleştirilmiyor.Buna gerek duymadan ülkelerin
topraklarına bankalarla, ulusötesi şirketlerle ve onlara yol gösteren
yasalarla da girilebiliyor. Dünyada Türkiye büyüklüğünde maden ruhsatına
sahip dev tekeller ve onların uzantıları’nın ülkemizde de yüzlerce ruhsat
taleplerinin olduğu biliniyor. Ülkemizin 100.000 kilometrekaresini
kapsayan, ağırlıklı olarak altın aramasına yoğunlaşmış 12 yabancı şirkete,
974 ruhsat verilmiştir. Tasarının bu şekliyle yasalaşması halinde bu
şirketlerin ülkemizin yüzlerce yöresine daha üşüşeceği beklenmelidir.

Geçtiğimiz ay yasalaşan “Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu” Doğal
kaynakların aranması ve çıkarılmasına ilişkin hakları da kapsıyor. Buna
bir de meclisin gündeminde olan “Geri kalmış illerde istihdam yaratılması
ve yatırımların teşvik edilmesi hakkında kanun teklifi” de eklendiğinde,
önemli vergi muafiyetleri, vergi indirimleri, amaçlı harçlardan muafiyet,
işçi primlerinin devletçe karşılanması, hazine arazilerinin ve arsalarının
mülkiyetinin bedelsiz devri, elektrik ücretlerinde % 50, nakliyede % 50
indirim vb. gibi kolaylıklar bu uluslar arası şirketler için de geçerli.
Tasarının, yukarıda anılan düzenlemelerle birlikte düşünüldüğünde,
ülkemizden önemli kaynak transferini gerçekleşmesine hizmet edeceği
açıktır.

Yani halkımızın dişinden tırnağından artırılarak yaratılan değerler, bu
ulus ötesi şirketlerin daha çok kar etmesi için peşkeş çekilecektir.
Üstelik tasarı bu özveri karşılığında elde edilebilecek bir ekonomik
getiriyi de güvenceye bağlamıyor. Dahası bu işletmeler terk edildiğinde
bırakılan risklere ilişkin harcamalar da halkın üzerine yüklenecek.
Kısacası, doğamızı tahrip edip doğal zenginliklerimizi götürecek olan
ulus ötesi şirketlere yardımcı olmak için üste de para vereceğiz.

Bu gizli işgale karşı ise tüm yıpratılmışlıklarına karşın ulusal ve
toplumsal çıkarlarımızı, kısmen de olsa, koruyacak yasalar var. İşte bu
nedenle ÇED zaafa uğratılmak isteniyor, Orman, Zeytinlik, Mera, Kıyılar,
Tarım alanları, Tarihi, Kültür ve Turizm varlıklarımızı koruyan yasalar ya
bay pass edilmeye ya da delinmeye çalışılıyor. İşte bu yüzden medarı
iftiharımız, on milyondan fazla insanımızın yaşadığı İstanbul’a su veren
yasalar bile hedef alınabiliyor.

Bütün bu muhasaraya gerekçe olarak, “madencilikte bürokrasinin
kaldırılması” gösteriliyor. Oysa her durumda örnek gösterilen ABD’de bu
konuda 1872 tarihli ve “dinazor yasa” denilen bir yasa var. Bununla
birlikte toplam 26 yasa bu alanda alınacak izinleri öngörüyor. Bu
kapsamda 40-50 yerden izin alınması gerekebiliyor. Bu konularda maddeler
bazında yazılı olarak ayrıntılandırdığımız kaygılarımızı ve önerilerimizi
takdirlerinize arz ediyorum.

Bunları dile getirdiğimizde kimi meslektaşlarımızda dahil küçümsüyor, bir
çevreci modaya kapılmış marjinaller olarak görüyor bizleri. Oysa bilinsin
ki küçümsenen bu bereketli topraklardır. Binlerce yıllık jeolojik
süreçlerle oluşan topraklar sıkıldığında şüheda fışkırır. Ulusal kurtuluş
sırasında can veren ecdadımızın kanları hala ormanlarımıza, meralardaki
yeşilliklere de can verir. Ve o yeşillikler toprağımızı tutar. Ve
çocuklarımızın maması ve sütü o yeşilliklerden gelir. Ve bu cennet vatan
akılla, bilimle, sevgiyle ve cesaretle korunur.

Değerli milletvekillerimizin aziz vatanı tüm zenginlikleriyle koruması
dileğiyle saygılar sunuyorum.




Aydın Çelebi
JMO Başkanı

Hiç yorum yok: