2 Eylül 2007 Pazar

Sincan F tipi / Kasikci Elmasi

4.Kasım. Sabah 9.30 da sıhhiye köprüsü üzerinden bir otobüsle 40 kadın Ankara barış için sürekli kadın platformu girişimi olarak Sincan F tipi cezaevi ziyareti ve orada hapis kadınların hayatlarının insani ölçülere kavuşturulması talebimizi içeren basın açıklaması okumak üzere hareket ettik.
1986 yılında Yenikent belediyesi içme suyu ihtiyacının yeraltı suyundan karşılanması amacıyla karış karış etüt ettiğim Sincan'ı geçip Yeni kent (Zir) e vasıl olduk. Sincan sınırlarını yaptığım imar planı etütlerinden ezbere biliyordum. Sincan mücavir alanının bile dışında, Zir Atış Poligonu yani Mürtet Askeri Garnizonu alanına Yeni kent köprü girişinden sağa dönerek mürtet yoluna saptık. 3 km kadar gittiğimizde sağlı sollu evlerle donanmış bir yerleşimin içinden geçip 1. kontrol tarafından durdurulduk. Nazikçe ve güler yüzle nüfus cüzdanlarımızı topladılar. 15 dakika sonra geri verip yol verdiler otobüse. Ben kuyu yeri için bile giremediğim, poligon kuyularının yanına bile ulaşamadığım askeri sahanın nasıl olup ta Sincan belediye sınırlarına duhul ettiğini ve de nasıl böyle imara açılıp arsalaşıp mahalle kurulduğunu sökmeye çalışıyordum ki. Kalabalık bir ordu yani jandarma taburu bizim önümüzü yine kesti.
Dediler ki inin otobüsten üstünüzü arayacağız. Niye diye sorarken 2 avukat arkadaş; içeri girmeden aranmak için ellerinde karar var dediler. Eh makul gibi geldi bize de. Kadın arayacak değil mi dedik. Evet, kadın subay başladı aramaya. Önce çantayı acıyorsun, tek bölmelere bakıyor, bölmelerin kuytularına, rujlar, pudralar, kremler, aynalar, tarak ve akla gelebilecek her türlü tıkıştırılmış malzeme teker çıkarılıyor, yoklanıyor, cüzdan köselerinde sanki kaşıkçı elması aranıyordu. Aşağılanıyorduk. 10. kişiye geldiğinde beni bir gülmedir aldı. Herkesin cüzdanında kredi kartları, bankamatikler ve kimlikler dizi diziydi. Birden; kredi kartı borcu olanlar basın açıklaması okuyamaz diye bir kanun çıktı mı acaba diye soruverdim. İnanılmaz bir hızla herkesi sinirli bir gülme krizi tuttu. Durduramıyorduk gülmemizi. Ve arayan kadın subay, köşe bucak aramayı sürdürüyordu. Hava soğuktu, arabaya girip oturalım dedik; bunca kadını görmekten hayli mutlu askerin biri dedi ki: olmaz, otobüsü de arayacağız. O zaman çabuk arayın deyince, üst arama bitsin ondan sonra otobüsü arayacağız dedi.
Ben: zamanı iyi kullanıp iki isi bir arada yapamaz mısınız, hayli kalabalıksınız dedim. Baka kaldı. Bu arada 20ci kişide kaşıkçı elması bulunamayıp 21ci kişinin araması başlamıştı. Öylesine karman çorman olmuştuk ki; bir aranan 3cü defa aranıyor ama hala kasıkçı elması bulunamıyordu sanki.
Beklerken birden. Otobüsün koltuk sigortası yok. Otobüsü bağlarız deyiverdi bas komutan. Ben kasıkçı elması daha önemli desem de: otobüse el koydum dedi. Şoförü alıp gittiler. Ankara ya mesafemiz 40 km civarında kus uçmaz kervan geçmez bir yerdeyiz. Acep buraya nasıl ziyaret yapılır ayrı bir işkence değil mi?
Arabayı arayın bu arada bari dedikse de; otobüsün koltuk sigortası yoksa arama da yok dediler. Kanun böyleymiş. Eh bu kanunu Ankara’da bindiğimiz her belediye ve halk otobüsünden istemeye ant içtik, komutana da bu kanunu hiç duymadığımızı anlattık.
Şoför geldi, 50 ytl ceza ödemiş, iş bitmiş. Tam otobüse binip 2.güzergâha yollanacakken: hayır burada okuyun basın açıklamanızı, söyleyin lafınızı ileri gidemezsiniz dedi komutan.

Bizimle oyun oynanıyordu. Her ne ise yapın ve buradan dönün demez mi? Komutana ama niye 1,5 saat arandık dedikse de olmaz dedi.
Peki, arama emri niyeydi dedik falan artık gülmek kesmedi kahkahaları salacağız ama: sözcülerimiz ve avukatlar dediler ki, kadınlara soralım ne derlerse öyle yapalım dediler, bizi toparladılar. Burada okuyun açıklamanızı önerisine karşı yan taraftaki çamurlu tarlada okuyacağız kararını aldık. Biz görevlilerin her turlu kararına uyduk, ama keyfi uygulamalarını devam ettirdiler. Biz de keyfimizce cevabımızı verelim, onların dediği yerde ama kendi usulümüzce gösterelim dedik. Yayıldık çamur deryası tarlaya.
Hiç kestiremedikleri bu yayılmanın etrafını çevirmek için cilalı-boyalı çizmelerini çamurdan koruma telasına düştüler. İleride lojmanlar ve her birinin önünde rengârenk çocuk parkı, kaydırak, salıncak vardı. Arkada hapishane duvarları, tel örgüler ve gözetleme kuleleri. Dünyanın en bahtsız çocuk parkıydı burası bence. Çamur deryasının kenarında soğan yolan aile başladı soğanımı ezmeyin diye bağırmaya. Asker onun sözüne cevabımızınn ((elbette pardon)) olmasını duyup bozuldu ve kalkanlarıyla patates püresi gibi hepimizi pompreslemeye çalıştı. Arka sıradakiler de coplarını çıkardılar. Copun ucunu tutup çekiştirerek bu neyin nesi diye bağırdık ve hemen çekildi hepsi. Çünkü kalkanlar biz dövecekmişiz gibi bir evhamla onları korumaya konuşlanmıştı. Ama asıl ellerindeki coplar dövmeye hazırdı ve ıssız bucaksız Mürtet Ovasındaki Askeri Garnizonun Zir Atış Poligonunu ifşa ediyordu. Kendi arazisinin arsalaşarak getirim alanı olmasını önlemeye gücü yetmeyen, bunu dert ta etmeyen cop, bu durumu aynen muhafaza için iş başındaydı.
Tam teşekküllü hapishane, hastahane, savcılık ve askeriye ahalisine lojman, maaş, çocuk parkı sunulan aileler bebe belik balkonlardan durumu seyran ediyorlardı. Bu hapishanenin yemek, ısınma, sıcak su, hastane okul ve benzeri ihtiyaçlarını düşününce sadece yiyeceğin bile cirosu üç yıldızlı migros açtırır burada diye düşünmeden edemedim.
Ve pankart açılıp başlandı megafondan açıklama okunmaya: Soğan yolan aile, 8–10 yasındaki oğulları ve tüm erat dikkatle dinlediler her şeyi. Lojmanlar balkonlardan üzüm gibi sarkmıştı. Epey de bir slogan atıp, killi yağlı çamurun tadını çıkara çıkara asfalta cıktık. Erat postallarını temizlemeye koyulmuştu ki birer sigara yakıldı. Gülerek kameraya alan bir subayın okadar korkunçtu ki yüzü, onun içerde neler yapabileceğine düşüncem donup kaldı.
ATV Sabah kameramanı da zahir duyup gelmişti, heyhat hiç yoktular oysa. Neyse, tam yola çıktık, durun dediler. İki isim okudular: haydi bakalım siz aranıyormuşsunuz dediler. Ne dediysek te avukatlardan biri ile indiler gittiler. Biz de yola devam ettik. Üst aramasında bulamadıkları bahaneyi kendileri icat edivermişti.
Bir sayfalık basın açıklamamızda içerdeki kadınlara uygulanan muamelenin yasa dışı olduğu ve nasıl olması gerektiği anlatılıyordu. Ne kadar dolambaçlıydı karşı bildirimleri. Korkuları: yitirmek istemedikleri lojman çocuk parkından ibaret değildi şüphesiz. Ama avantajlar hapishaneyle mümkündü. Hapishaneyi, soğan tarlasını var-etmekten,korumaktan ibaretti sanki istekleri. And-içmişlerdi.
Askere iş yaratmak için darbeyle 12 Eylülde seçilmiş belediye başkanları yok edilip emekli subaylar yerel yönetimlere oturtulup onlara avantaj sağlanmıştı. Demokrasi hiçe sayılarak. Yine avantaj gençleri hapse tıkıp, eziyet pahasına sağlanıyordu. Eski askeri garnizon arazisi arsalaşıp rantçılığın emrine tahsis edilerek. Bu askeriyeyi işlendirmeden rahat yüzü göremeyecektik anlaşılan. Mide bulantısı yerini karin ağrısına bırakıyordu hepimizde. WC için yolda benzinlikte durduk, koruma aracı da durdu. Ve Ankara'ya ulaştık. Saat 13 olmuştu. 5.11.2006 Ankara Aysen.hadimioglu. not: ((o gün otobüsten alınanların hepsi ertesi gün bırakıldı.))

Hiç yorum yok: